Ben sana mecburum - Atilla
İlhan - Şiir
Ben
sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Süleymaniye'de bayram sabahı
- Yahya Kemal Beyatlı Şiir
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de Kendi
gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün
memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu
zaman perdesi her an aradan. Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var!.. Ne mübârek,
ne garip âlem bu!.. Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu... Her
ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice
yerlerdendir. Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık Yürüyor,
durmadan, insan ve hayâlet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her
kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya. Tanrının mâbedi her
bir tarafından doluyor, Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allah'ına bir
böyle yapı. En güzel mâbedi olsun diye en son dînin Budur öz şekli
hayâl ettiği mîmârînin. Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kutsi tepeyi; Taşımış harcını gâzîleri,
serdârıyla, Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle. Hür ve engin
vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer
mâbedinin mîmârı.
Ulu mabet! Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de
bir vârisin olmakla bugün mağrûrum; Bir zaman hendeseden âbide
zannettimdi; Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, Senelerden beri
rüyâda görüp özlediğim
Cetlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânî bir
insan yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah'ı
anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin
at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri Dinliyor
vecd ile tekrar alınan Tekbîr'i Ne kadar saf idi sîmâsı bu mümin neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin? Tâ Malazgirt ovasından yürüyen
Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyâda
yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem
kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o, Görünür
halka bu günlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her
yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda
tutuşmuş gibi gül bahçeleri, Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce şehir
sesleniyor birbirine. Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı? Bursa'dan, Konya'dan,
İzmir'den, uzaktan uzağa, Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, tâ Bâyezîd'den, Van'dan, Aynı top sesleri bir bir
geliyor her yandan. Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher! Kadın
erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer, Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar
rüzgârını, Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top
sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden
geliyor: Kosova'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan.. Anıyor her
biri bir vakayı heybetle bu an; Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan
mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu
top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden
geliyor!.. Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi? Hür ufuklarda
donanmış iki yüz pâre gemi Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mâbette karıştım
vatanın birliğine. Çok şükür Allah'a, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu
bayram sabahı
YAHYA KEMAL BEYATLI
|
Basit yaşayacaksın. Mesela susayınca su içecek kadar basit. Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında. Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; tek bir düğme, tek bir cümle gibi; sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi. Basit bir öpücük yetecek sana; basit sıcak bir öpücük ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin. O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını. Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu. El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın; hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın. İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin. Kısacık olacak uyanman ve yola çıkman arasında geçen süre; kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre. Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını; bakışların bile anlatabilecek kendini. Beklentilerin de basit olacak. Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar. Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını; ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını. Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini. Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken. Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada; parmakların olacak en kıymetli çatalın. Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri. İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında. Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir "fa diyez"in mutluluğunu. Makyajın ilk "a" sına kadar bilmen yetecek. Temizlik kokacak en pahalı parfümün "Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak onu da bilmeyişin. Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye. Ne durduğu farketmeyecek abanın altında. Saatin, sadece saati gösterecek; Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın. Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan. Basit yaşayacaksın, basit. Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...
düş hekimi Yalçın Ergir http://www.ergir.com
"Düş Hekimi - 2" kitabından - Çınar Yayınları - Haziran 2002 | You've got to lead a simple life. For instance, as simple as drinking water when you're thirsty Four will be the answer when you multiply two by two You will have one single button for the device in your hand One button, like one sentence Like the "I love you" you fearlessly utter, When in love, forever A simple kiss will suffice, A warm, simple kiss And that kiss will fill all your days and dreams To get that kiss, you will have the fight of your life For that kiss, you will get the beating of your life Munching on seeds will give you the happiness That numbers can't A crinkled handwritten letter Will be your most precious piece of paper That you always carry That you can't bear to bury In two motions, you will get dressed In two motions, you will get undressed Short will be the time between waking up And starting a journey goodbye Short will be the time between the twining of warm bodies And the journey to the swirling sky Even you will be able to understand your own writings Even the look in your eyes will reveal all your hidden feelings Your expectations will be simple too. Happiness will be right before the insurmountable hilltop, Waiting for you. In a whistle you will find the longest novel of friendship, so true Or a teardrop shed will make the cheapest romance novel Come alive for you As you close your eyes, You will pray for the health of your pancreas You will make a sign of victory, As you leave the W.C. A grilled cheese sandwich you will yearn for At a table you feel so uneasy to be Your most precious fork will be your fingers Those same fingers will solve the most complex equations Alexander's sword will lay next to the directory of lawyers No philharmonic orchestra will give you the happiness Of a "high-pitched fa", correctly played on a plywood guitar It will be sufficient to know just the basics of cosmetics And cleanliness will be the scent of your perfume, The most exquisite by far You will be able to say "I don't know", if that's so And again, it will be all right not to know You won't have to go through a sea of troubles Just to express your own choices You will not give in to the threats, Neither tender, nor tough Your watch will show only the time You will use your phone just to call someone To get information the fastest way All that is in your little notebook Will lead the way Simple. You've got to lead a simple life As if it is going to end one day Simple…
dream weaver yalcin ergir
translation: handan yalaz telimen | |