Ana sayfa Annelik Elsanatları Haberler Magazin Dünya Magazin Türkiye Moda Ressamlar Tiyatro Sinema Yazılar Yemekler

 

BÜLENT ECEVİT DOSYASI

 

1954 yılının Ocak ayında CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye olan Bülent Ecevit, ne ileride İnönü'ye rakip olacağını, ne de ömrünü siyasete adayacağını hayal etmişti. Siyasetteki 43. yılında "Romantik hayallerimiz vardı. Küçük bir kasabada küçük bir evimiz olacaktı. Rahşan resim yapacaktı, ben şiir yazacaktım" diyecekti.
 

Ecevit ve Siyaset

Ecevit, CHP'ye kaydolduktan kısa bir süre sonra ABD'ye uçmaya hazırlanıyordu. Yerel bir gazete 'misafir kalem' olarak Ecevit'i davet etmişti. Orada bulunduğu sürede ırkçılık karşıtı yazılarını bin bir güçlükle yayınlatmış, Türkiye üzerine konferanslar vermişti. Dönüşünde Ulus'un yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladı.

 

 

KARAOĞLAN SİYASETTE


1957 seçimlerinde, Ecevit CHP'nin Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi. 12 Ocak 1959'da Parti Meclisi'ne seçildi. arasında Bülent Ecevit de vardı.

27 MAYIS GÜNLERİ VE KURUCU MECLİS

27 Mayıs 1960 sabahı genç askerler Cumhuriyeti koruma gerekçesiyle yönetime el koydu. İsmet İnönün kendi ifadesine göre "o sabah olan bitenden huzursuzdu." Ecevit ise 27 Mayıs'ı bir 'halk hareketi' olarak görüyordu.


 

 

 

ECEVİT'İN TÜRKEŞ'LE MÜCADELESİ

İlerleyen günlerde Milli Birlik komitesi ile CHP arasında "ülke ve kültür birliği projesi" nedeniyle bir tartışma yaşandı.
MBK, projenin uygulanmasını istiyordu, CHP Parti Meclisi ise buna karşı bir kampanya açmaya karar verdi. Ulus gazetesi de kampanyada yer aldı, görev Ecevit'e verildi.

Kampanya meyvesini verdi, 13 Kasım'da Milli Birlik Komitesi'nin dağıtıldığını ve yeni bir komitenin oluşturulduğunu
duyuruyordu. Ecevit'in eleştirdiği aralarında Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu "radikal kanat" görevlerinden
uzaklaştırılmıştı.



12 Haziran'da siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verildi. Seçimler 15 Ekim 1961'de yapılacaktı.

 

EN GENÇ BAKAN

15 Eylül'de Yassı ada Mahkemesi eski başbakanlardan Adnan Menderes ve bakanlardan Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan'ın idamına karar verdi. Karar, 16 ve 17 Eylül'de infaz edildi.

 

 

1961 milletvekili seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olamadı. Oyların yüzde 36.7'sini alan CHP, Adalet Partisi ile koalisyon kurdu. İnönü başbakanlığındaki hükümette, 36 yaşındaki Ecevit Çalışma Bakanlığı'na getirildi.

20 Kasım 1961'de kurulan koalisyon hükümeti, 1 Haziran 1962'de bozuldu. Yaklaşık bir ay süren kriz döneminin ardından CHP CKMP ve YTP koalisyonu kuruldu. Ecevit bu koalisyona karsı çıktığı halde çalışma bakanlığına getirildi.

16 Kasım 1963'te yapılan ara seçimlerden Adalet Partisi birinci parti olarak çıktı. Seçimde oy kaybına uğrayan CKMP ve YTP hükümetten çekildi. Bu gelişmeler sırasında Başkan J.F. Kenedy'nin ölümü nedeniyle ABD'de bulunan İnönü, yurda döndükten sonra 2 Aralık'ta istifasını verdi. AP hükümeti kuramayınca görev yeniden İnönü'nün oldu. Diğer partilerle yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalınca İnönü, bağımsızların desteğiyle 25 Aralık'ta üçüncü koalisyon hükümetin kurdu. Ecevit üçüncü kez Çalışma Bakanı oldu.

CHP ARTIK SOSYAL DEMOKRAT

Parti içindeki muhalefetin güçlenmesine neden olan bu gelişmeler, aynı zamanda CHP'nin 1960'lar Türkiyesi'nde sarsılarak
değişmesinin de zeminini oluşturuyordu. Yoksul kesimlerin ekonomik ve sosyal hak talepleri; TİP'in somut önerilerinin yaygın
bir şekilde taban bulması; Amerika'ya duyulan güvenin sarsılması, CHP'yi saf belirlemeye zorluyordu.

29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu söyledi. İnönü, "CHP, bünyesi
itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923'deki harap ülkede devletçilik nasıl tek, eşi ve yardımcısı olmayan bir kalkınma çaresi idiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur" demişti. Artık CHP'li yöneticiler,sosyal adalet', 'devrimcilik', 'devletçilik' kavramlarını sıkça kullanır olmuşlardı. Bir dönemeci geçen ve artık 'ortanın solu' olan CHP, 1965 seçimleri için hazırlanan bildirgelerde, "ekonomik bağımsızlık, dış ticaret, petrol, madenler, yabancı sermaye" konularında beklenmedik cesarette politikalar savunuyordu.


 

ORTANIN SOLU MOSKOVA YOLU


Ancak muhalefet CHP'deki değişimi sessizce izlemedi. Sağ partiler, CHP'nin aşırı solcu, komünist bir parti olduğunu söylüyor
ve 'ortanın solu Moskova yolu'dur diyorlardı.
İnönü bu kampanyalara karsı Ortanın Solu kavramını şöyle savunacaktı: "Devlet de, Anayasa da, CHP de ortanın solundadır...
Okuduğum CHP seçim bildirgesi değildir, Anayasa'dır." CHP, ürkek, çekingen 'ortanın solu' anlayışıyla girdiği 1965 seçimlerinde tam anlamıyla hezimete uğradı. DP'nin mirasını sahiplenen AP, seçimlerden açık ara bir zaferle çıktı.
 

'ORTANIN SOLU' GÜNAH KEÇİSİ


'Ortanın solu' kavramı parti içinde günah keçisi ilan edildi. İnönü ve Ecevit farklı yorumlarla bu kavramı dillendirmekte
ısrar etseler de sistemli saldırılar karşısında, partide Ecevit dışında hiçbir parti yöneticisi bu kavramı ağzına alamaz
oldu. 'Ortanın solu'nu savunmakta ısrar eden Bülent Ecevit, saldırıların boy hedefiydi artık. Ciddi fikir çatışmalarına,
ayrılıklarına sahne olan CHP'de ilk kez 'ortanın solunda olanlar, olmayanlar", "sağcılar-solcular" ayrımı yapılır olmuştu.

18 Ekim 1966'da toplanan Kurultay, tekmeli, yumruklu, kıyasıya bir söz düellosuna sahne oldu.


 

GENEL SEKRETERLİĞE GİDEN SÜREÇ


Genel Sekreterliğin en güçlü adayı Bülent Ecevit'tir. Ancak, İnönü bu fikre sıcak bakmıyordu. Ecevit, yıllar sonra Cumhuriyet
gazetesinde şöyle anlatacaktı: "Çetin bir mücadeleden sonra, küçük bir farkla da olsa 18. Kurultay'ı ndık, 1966 güzünde... Fakat İnönü ona rağmen, bu mücadeleyi nan ekibin adayı olarak, benim Genel Sekreterliğimi erken buluyordu. Sayın Kemal Satır'ın Genel Sekreter olmasını istiyordu. Ben, gerçi, bu hareketin önderliği mücadelesine kendime rağmen sürüklenmiştim. Fakat, bir kez görevi kabul ettikten sonra, onun bütün sorumluluğunu yüklenmek ve o görevi sonuna kadar götürmek isterim. Bu durumda, bana güvenen, umut bağlayan arkadaşlarımın, beni uyarmalarına, bana ısrarda bulunmalarına gerek kalmadan yeni Parti Meclisi toplantısından önceki gece yarısı, Rahmetli İnönü'ye gittim. Ve, kendisine Genel Sekreterlikten başka görev kabul edemeyeceğimi söyledim. Öyle zannediyorum ki, İnönü, benden ilk defa karşılaştığı bu davranış karşısında itiraz edemedi."
 

ECEVİT İKİNCİ ADAM

1969 seçimlerinde yüzde 46.6 oy oranıyla galip gelen AP'nin karşısında, yüzde 27.4 oy oranıyla CHP yine hezimete uğramıştı. Seçim sonuçları artık, parti içindeki mücadelenin iyice su yüzüne çıkmasına neden oldu. Artık parti içi mücadele alevlenmiş ve açıktan yürütülür olmuştu. Demirel hükümeti yönetimindeki ülke ise hızla 12 Mart'a doğru yol alıyordu. Bir yandan parti içi muhalefetle mücadele yürüten Ecevit, bir yandan da yaklaşan darbeyi sezmiş ve 20. Kurultay'ı izleyen günlerde 1970 Ağustosu'nda şunları söylemişti:
 

12 MART'A KARSI


"Türkiye'de bir dikta tehlikesi vardır ve bu ancak ordudan gelebilir. Bu, örneğin Yunanistan'daki gibi, yabancıların oyunu olur. Demokratik rejimde bile çok güçlü olan ekonomik çevreler, askeri diktada, daha da güçlenirler. Bir askeri müdahale mümkün gözükmektedir. Fakat, bu, ancak egemen zümrelerin yararına olur."

Ecevit'in öngördüğü darbe 12 Mart 1971'de geldi. darbeden birkaç gün sonra istifa ettirilerek 'tarafsızlaştırılan' Nihat Erim, asker tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi.
 

İNÖNÜ FAŞİST YÖNETİME KARSI ÇIKAMAYINCA, ECEVİT İSTİFA ETTİ


21 Mart'taki CHP grubunda hükümete katılıp katılmama konusu konuşulacaktır. Daha 10 yıl önce, "Nihat, müşkül anında ülkeyi
terk edecek karakterdedir" diyen İnönü, Erim hükümetine katılmak ve desteklemek gerektiğini savunuyordu, Ecevit ise böyle bir
karar alınırsa istifa edeceğini duyurmuştu. Ecevit, yönetiminde bir gün önce yapılan MYK toplantısında hükümete katılmama,
güven oylamasında CHP'li parlamenterleri serbest bırakma kararı alınmıştı ama İnönü, hükümete destek için gruptan bağlayıcı
karar istiyordu. Artık ipler kopmuştu. Ecevit, İnönü'ye istifa mektubunu gönderdi.

"Sayın İsmet İnönü CHP Genel Başkanı Sayın Genel Başkanım, Demokratik rejim için ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz. Bu kadar önemli bir  konuda sizin görüşünüze katılmadan Genel Sekreterlik görevini yürütmeye hakkım olamazdı. Onun için CHP Genel Sekreterliği'nden ayrılıyorum. Bugüne kadar, eşsiz önderliğinizle bana yol gösterdiniz, değeri biçilmez desteğinizle bana güç kattınız. Size sonsuz şükran ve minnet duygularımı yaşadıkça içimde taşıyacağım.Yürekten saygılarımı sunarım.
Bülent Ecevit" Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu'nun gerekçeli istifasından sonra İnönü, 21 Mart akşamı toplanan CHP ortak grubunda Erim'i öven ve hükümete bakan verileceğini duyuran bir konuşma yaptı. İnönü'nün "Aksi halde kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar..." diye biten konuşması beklenen etkiyi yapmış, gruptan Erim hükümetine destek kararı çıkmıştı. Ancak Parti Meclisi'nde Ecevit'in tartışmasız üstünlüğü sürüyordu.
 

ECEVİT'İN FAŞİZM'LE İLK MÜCADELESİ BAŞLIYOR


İnönü, Ecevit'in 'ruhi ve hissi nedenlerle istifa ettiğini' iddia etmiş, 'bırakın gitsin' demişti. 25 Mart 1971'de örgüte gönderdiği bir genelgede de "Parti içindeki bunalımın bittiğini ilan ediyorum" diyordu.



Nitekim Ecevit de "Paşam ben sizin karşınıza çıkmak için değil, sizin karşınızdan çekilmek için istifa ettim" demişti ama, Ecevit'e rağmen 'Milli Şef'e karşı gemiler yakılmıştı bir kere, geri dönüş yoktu...

Erim Hükümeti'nin kuruluşundan itibaren yapılan CHP kongrelerinin çoğunluğunu Ecevitçiler ndı. İnönü tüzük dışına çıkmayı göze alarak il örgütlerini feshetti ve partilerin kadın ve gençlik kollarının oy hakkını ellerinden aldı.

İnönü'ye yanıt parti içinden geldi; Genel Sekreter Şeref Bakşık görevinden istifa etti.
 

GEÇİCİ ATEŞKES...


Artık mücadelenin açıktan yürütülmesi gereken günler gelmiştir. İnönü'ye göre, "İnönü'ye saygı perdesi oyunların üzerine düşürülmüştür. Ecevit'in ihtilafı İnönü'yledir. Bu perdenin kaldırılması ve oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir." İnönü'nün bu çağrısından sonra Ecevit, "Perdeyi Kaldırıyorum" başlıklı bir broşür yazdı.

Ankara sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ, DEV-GENÇ iddianamesinde CHP'yi ağır bir dille suçladı, parti için soruşturma açılması için girişim başlattı.

Bir süreliğine tek yumruk olan CHP'den bu iddialara çok sert yanıt geldi, savcıların bu tavrı "" olarak nitelendi.


İnönü ile Ecevit'i yakınlaştıran bir diğer olay ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının önlenebilmesi için verdikleri mücadele oldu. İdamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvuran İnönü, ret cevabı alınca Parti Meclisi'ne yöneldi. İnönü, bu sırada Ecevit'e "Yanımda olacaksın, bu meseleyi birlikte çözeceğiz, aramızdaki bütün anlaşmazlık ve dargınlıkları kaldırıyorum" demişti. Ecevitçilerin ağırlığındaki PM, İnönü'ye 'evet' dedi ve idamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne CHP olarak başvuruldu.
 

ECEVİT'İN ELİNDE OYUNCAK OLDUNUZ


İnönü sözünü tutar, "Merkez Yönetim Kurulu'yla olan anlaşmazlığımı çözümlenmiş sayıyorum" diyerek bu durumu partiye de deklare eder. Ancak bu yumuşama havası kısa sürecektir.

O güne kadar il ve ilçe kongrelerini her türlü engellemeye karşın birer birer nan Ecevitçiler giderek güçlenmektedir, eğer Hazirandaki olağan kongre beklenecek olursa, Ecevitçiler partiyi kesin ve tartışmasız ele geçirecektir. İnönü, "5. Olağanüstü Kurultay'ın, 5 Mayıs 1972 günü ve 20. Kurultay delegeleriyle toplanacağını" ilan eder. İnönü, "Kurultay'ı tüzüğe göre toplayacağım. Kurultay'ı kimlerin yöneteceğini de tek tek kendim belirleyeceğim. Amacınızı seziyorum. Ecevit'in elinde oyuncak haline geldiniz. Size güvenim olmadığını daha önce söylemiştim. Bu Kurultay'da çıkacağım, eski yeni bütün şikayetlerimi anlatacağım. Siz genel başkanınıza karşısınız. Bu meseleyi burada kapanmış sayıyorum dediğim zaman her şeyi bitti zannettiniz. Neler yaptığınızı teker teker Kurultay'da söyleceğim. Yumuşak olmaya çalıştım ama, size anlatamadım" diyordu.
 

İNÖNÜ HASTA YATAĞINDA...


CHP'li delegeler, 5 Mayıs 1972 sabahına büyük bir gerilim içinde uyanmıştır. Beş gün önce Kızıldere baskını yapılmış, arkasından bir uçak Sofya'ya kaçırılmış, bir gün önce de Jandarma Genel Komutanı bir suikast sonucu yaralanmıştır. Ordu teyakkuzdadır. Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamı an meselesidir. Ülkedeki gerilim, Kurultay salonundaki delegeleri de etkilemişti...

İnönü'nün kalp krizi geçirdiği haberi bomba gibi düşer Kongre salonuna... Kurultay bir gün ertelenmiştir...

Öğleye doğru büyük bir gazetenin birinci sayfasında İnönü'nün hasta yatağındaki fotoğrafı sekiz sütuna manşettir. 'İnönü
elden gidiyor' havasını besleyen son vuruş, ertesi günü İnönü'nün doktor ve hemşireler arasında kurultay salonuna girmesiyle
sahnelenir. Sonradan ortaya çıkar ki İnönü'nün o fotoğrafı çok önceleri, uyurken çekilmiştir...
 

YA BEN YA BÜLENT


Açılış konuşması için kürsüye gelen İnönü, son kozunu oynuyordu, açıkça "ya ben ya Bülent" demekten çekinmeyecekti.

Karşılıklı tehditlerle, meydan okumalarla süren Kongre'de söz, en çok tartışılan adama, Ecevit'te geldiğinde soluklar tutulur. Eski Genel Sekreter'in İnönü'ye yanıtı şöyledir:

"Aslında sorun, CHP'yi eski yörüngesine veya yeni yörüngesine oturtma sorunun da ötesindedir. Hatta sorun 'ya ben, ya Bülent' sorununun da ötesindedir. Tekrar söylüyorum, asıl öncelikle ölçülmesi gereken şudur: CHP'de buyruk mu işleyecek, hukuk mu işleyecektir? Buna karar vereceğiz. (...) Daha açık söylüyorum, vereceğiniz karar şudur: Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, kapıkulları mı olacağız."

Parti Meclisi, 507'ye karşı 709 oyla Kurultay'dan güvenoyu alacaktır. Tercih, Bülent Ecevit'ten yanadır.
 

İNÖNÜ DÖNEMİNİN SONU


İnönü'ye istifa yolu görünmüştür. İstifa mektubu son derece soğuk ve kısadır:

"CHP Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı'na, CHP Beşinci Olağanüstü Kurultayı'nın 7 Mayıs 1972 toplantısında verdiği karar sonucu olarak, CHP Genel Başkanlığından
çekildim.

Tüzüğün 28. maddesinin gerektirdiği işlemin kurulunuzca yapılması için saygılarımla arz ederim.

İsmet İnönü"

Bu satırlar, CHP'de 33 yıl, 4 ay, 11 gün süren İnönü döneminin sona erişini yeni bir dönemin Ecevit döneminin başladığını ilan ediyordu.
 

CHP'DE YENİ DÖNEM


İnönü, Yalova'da dinlenmeye çekilmiştir. Ancak İnönücüler iktidarı kolay teslim etmek niyetinde değildir. İnönü'nün genel başkanlık teklifini kabul etmeyeceği konusunda herkes hemfikir olduğu halde, İnönücüler, hiç olmazsa Ecevit'in başkanlığını töhmet altında bırakmanın yollarını arar. İnönü taraftarları, Ecevit'in genel başkanlığına engel olmak için 'ihtiyati tedbir' için mahkemeye dahi başvurur. Ancak çabaları sonuçsuz kalacak, 14 Mayıs'ta genel başkanlık seçimi için toplanan Kurultay'dan Ecevit Genel Başkan olarak çıkacaktır. 51 il başkanınca ortak aday gösterilen Ecevit, 913 delegeden 826'sının oyuyla Atatürk  ve İnönü'den sonra CHP'nin üçüncü genel başkanıdır artık.

Ertesi günkü gazete manşetleri CHP'de Ecevit dönemini şu başlıkla duyuruyordu:

"Şef Partisi'nden Halk Partisi'ne..."

 

II. BÖLÜM


CHP'DE ECEVİT DÖNEMİ


Ecevit'in genel başkan seçilmesinden sonra istifalar birbirini izliyordu. Ecevit ise bir yandan kırgınlıkları unutma çağrısı yapıyordu, bir yandan da "Partiden gitsem mi gitmesem mi diyenleri partili saymam" diyerek kapıyı gösteriyordu. İnönü'nün cihat açmasını umut edenleri ise bizzat İnönü hayal kırıklığına uğratıyordu. Malatya Kongresi'ne katılan İnönü, siyaseti bırakmayacağını ancak CHP'nin genel başkanının Ecevit olduğunu söylüyordu. İnönü, artık tarihi bir kişilik halini alan İnönü, 21. Kurultay'da da, "Yeni Genel Başkana başarılı olması için elbirliğiyle yardım etmemiz gerekir" diyecekti.

 

DEVRİMCİ ECEVİT


21. Kurultay'ın en belirleyici özelliği ise, içtüzükte yapılan değişikliklerle Parti Meclisi'nin yetkilerini artırmanın yanı
sıra partinin yeni politikalarının daha net bir şekilde ortaya konulmasıydı. Petrollerin ve yer altı kaynaklarının
devletleştirilmesiyle ilgili bir önerge kabul edilmişti. 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak yeniden genel başkan seçilen Bülent Ecevit ise partinin yeni yönelimini şu sözlerle özetleyecekti:

"Devrimin halka değil, halkın dışında ve üstünde ilerici aydın kadrolara dayanarak yürütüleceğine inananlar bizimle beraber olamazlar. Aydınların devrimin yürütülmesinde elbette önderlik görevleri vardır. Bu görev halka rağmen halk için devrim yapmaya kalkışarak değil, halktan hiçbir zaman kopmadan, devrimi halkla birlikte oluşturarak yerine getirilebilir. Devrimcilikleri bu halkçı anlayışa dayanmayanlar, bugünün CHP'sine yabancı kalan bürokratik devrimcilerdir."

21. Kurultay'da parti politikalarının daha net ortaya konulması yeni istifaları da beraberinde getirdi. İstifacılar, "CHP, Atatürk ve İnönü'nün kurduğu Parti olmaktan çıktı" diyordu.


 

CHP KAPATILACAK...


Parti içinde bu gelişmeler sürerken, Ecevit liderliğindeki CHP, Melen Hükümeti'ne bakan vermeyi kararlaştırmış ve güven oylamasında olumlu oy kullanmıştır. Ancak hükümete giren 5 CHP'li bakan, Ecevit'in karşı çıktığı üçüncü beş yıllık plana destek verince CHP'de yine sular ısınmaya başlar. Hükümetin anayasayı değiştirme girişimi ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurma girişimleri, hükümetten çekilme isteklerini daha da artırır. Tabandan, hükümetten çekilme yönündeki güçlü tazyike rağmen, Ecevit seçim hesabındadır. Tabandan gelen desteğe uzun bir süre direnir Ecevit. Ancak tabanın tepkisi ayyuka çıkmıştır ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Ferit Melen Ecevit'le görüşerek, CHP'nin hükümetten çekilmem*si için aba altından sopa gösterirler. Ortalıkta 'CHP'nin kapatılacağı' söylentileri dolaşmaya başlamıştır bile.

27 Ekim-3 Kasım 1972'de toplanan Parti Meclisi'nin tek gündemi hükümetten çekilmektir. Ecevit'e CHP'li Bakanları hükümetten çekme yetkisi verilir.

Ecevit 4 Kasım'da "Yeraltı kaynaklarının yabancı sömürüsüne açılması ve ulusal ekonominin AET karşısında korunamaması, seçimlerin zamanında yapılması, Melen Hükümeti'nin fiilen bir AP-MGP hükümeti olduğu ve CHP'nin varlığının bir anlam taşımadığı, CHP'nin görüşlerine itibar edilmediği" gerekçeleriyle CHP'nin hükümetten çekildiğini açıklar.
 

49 YIL 1 AY 24 GÜN SONRA...


5 Kasım'da İsmet İnönü, CHP'den istifa eder. 'Ölünceye kadar CHP'li kalacağım' diyen İnönü'nün istifa gerekçesi ise kısa ama
çok nettir:

"CHP Genel başkanlığına,
12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, Parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP'den ayrılmış olduğumu bilgilerinize saygılarımla sunarım.



İsmet İnönü"

CHP ile İnönü yolları, tam 49 yıl 1 ay 24 gün sonra ayrılmıştı. 6 ay önce zaten bitmiş olan bir dönem noktalanmış, CHP'de 'Milli Şef' dönemi kesin olarak kapanmıştı.
 

ORDU İLE CHP KARŞI KARŞIYA


Cumhurbaşkanlığı seçimleri, CHP'de yeni bir dönemecin işaretini veriyordu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresi 28 Mart 1973'te sona eriyordu. Yeni cumhurbaşkanının 15 gün önce yani, 13 Mart 1973'te seçilmiş olması gerekiyordu. Meclis'te hiçbir parti kendi adayını seçtirebilecek aritmetiğe sahip değildir. Ortalıkta ise Orgeneral Faruk Gürler'in ismi dolaşmaktadır. 27 Mayıs'tan sonraki cumhurbaşkanlarının hep asker olması, "Genelkurmay Başkanları Cumhurbaşkanı olur" inancının kanıksanmasına yol açmıştır. Üstelik 12 Mart kabusunun sürdüğü günlerde Genelkurmay Başkanı'nın cumhurbaşkanlığına karşı çıkmak cesaret işidir...

Ancak hem AP, hem de CHP asker cumhurbaşkanı geleneğinin yerleşmesine karşı çıkarlar. CHP'deki görüş ayrılıkları ise bir kez daha su yüzüne çıkar. Bir grup CHP'li Gürler'in desteklenmesini ve böylece ordu ile CHP arasındaki buzların eritilmesini ister. Ecevit'in önerisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararına karşın, CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu ve 32 CHP'li parlamenterin Faruk Gürler'e oy verdiği açığa çıkar. Cumhurbaşkanlığı krizi 6 Nisan 1973'te 6. Cumhurbaşkanlığına Fahri Korutürk'ün seçilmesiyle son bulur. Ancak, CHP'de yine bir yol ayrımına gelinmiştir. Genel Sekreter ve arkadaşları partiden istifa eder...
 

KARAOĞLAN EFSANESİ


14 Ekim 1973 seçimleri kapıya dayanmıştır. CHP, yeni kimliğiyle ilk kez halkın karşısında sınav verecektir. Ecevit'in daktilosundan çıkan 'ak günlere' adını taşıyan seçim bildirgesi, CHP'nin yeni politikalarının da özetidir:

CHP "Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı" yerine kalkınma modeli olarak, "Köylü kooperatiflerinin, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumlarının, sendikaların, yurtdışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklıklarının girişimlerinden oluşan sektör" öneriyordu. Yabancı sermayeye sınırlama getirileceği vaat ediliyordu.

Demokratik alandaki vaatler ise şöyleydi: "DGM'lerin işçi haklarını ve sendikacılığını tehdit etmesinin önlenmesi, memur sendikalarının yeniden kurulması, tarım iş kanunun derhal çıkarılması, kıdem tazminatının bir yıla yarım aylık yerine, bir yıla bir aylık düzenden hesaplanması, işsizlik sigortasının kurulması, toplu sözleşme yetkisi için işçi referandumu
uygulanması, KİT'leri doğrudan doğruya çalışanların yönetmesi, sosyal güvenlikten yoksun ev kadınlarının sosyal sigortadan yararlandırılması, kadınların daha erken yaşta emekli olabilmesi..."

"Ak Günlere" bildirgesinde CHP'nin klasikleşmiş "dinsel konulardan kaçınma" eğiliminin terk edildiği de açıkça beyan ediliyordu. "CHP Türk halkının dinsel inançlarının, dine bağlılığının, demokratik yoldan ve sosyal adaletle kalkınma için bir engel değil, tersine kolaylaştırıcı bir etken olduğu kanısındadır" ifadeleri dikkat çekiyordu.

Yoksulların koruyucusu Ecevit, artık 'Karaoğlan'dı. CHP ise Karaoğlan'ın partisi...
 

CHP İLK KEZ HALKIN OYLARIYLA İKTİDAR ADAYI


14 Ekim 1973 seçimlerinde yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkaran CHP, tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla iktidar adayı oluyordu. Bir önceki seçime göre CHP oylarını yüzde 5.9 artırmış, kırsal alanda gerilerken kentlerde adeta oy patlaması sağlamıştır. Gerçi CHP, seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı ama aldığı oylar tek başına iktidar olmasına da yetmeyecekti.
Ecevit'in 27 Ekim'de hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden sonra, MSP ile ortaklık için sürdürülen çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Böylece Ecevit'in uzun mücadelelerden sonra ndığı ilk başbakanlığı daha parlamentonun onayına varamadan sona ermiştir.
 

CHP-MSP KOALİSYONU


Ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen AP lideri Demirel'in de benzer bir başarısızlığa uğramasıyla bu kez gündeme CHP-MSP koalisyonu gelir. Koalisyonun uzlaşı programında dikkat çeken belli başlı maddeler şunlardır:

"Düşünce ve inanç suçlarını düzenleyen TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerini de kapsayan genel af, 18 yaşa oy hakkı, tarım kredisi, kooperatifçilik hareketinin desteklenmesi ve kooperatif bankasının kurulması, küçük ve orta boy sanayi işletmeleri güçlendirecek bir politika gütmek, stratejik madenlerin hukuk kuralları içinde devletleştirilmesi, Köykentlerin kurulması, ilk ve orta okullara zorunlu ahlak dersleri konulması..."



Ecevit, MSP ile ortaklığın; dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla 'özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin' çeliştiği yolundaki 'tarihsel yanılgı'yı gidereceği iddiasındadır...

Kağıt üzerinde birbirine yaklaşmak için ödün verilmesine karşın daha ilk aylardan itibaren anlaşmazlıklar patlak vermeye başlar. TCK'nın 163. maddesini kaldırmakta ısrar eden MSP, Meclis'te 141 ve 142'nin kapsam dışında tutulması için oy kullanır. Çatışma ancak Anayasa Mahkemesi'nce çözülür. MSP, protokolde yer alan 18 yaşa oy hakkı için de benzer bir tutum içine girer ve bunu seçim yasasında yapılmasını istediği bütün değişikliklerin gerçekleşmesi koşuluna bağlar.
 

KIBRIS'I OYA ÇEVİRMEK..


CHP ile MSP arasındaki çatışma sürerken 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta Atina'daki askeri cunta tarafından desteklenen Milli Muhafızlar, Kıbrıs'ta Makarios'u devirdi. Hemen ardından Ecevit, Türkiye'nin Ada'daki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini duyurdu. 17 Temmuz'da Türkiye'nin tutumunu anlatmak için Londra'ya gitti. İngiltere, Türkiye'nin ortak müdahale önerisini reddetti. 20 Temmuz'da Türkiye Kıbrıs Barış Harekatı'na girişti. Artık gündem uzun bir süre için Kıbrıs sorununa kilitlenmiştir.

Ancak MSP'nin son gelişmeleri dikkate almadan, hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesi karşısında Ecevit, 18 Eylül 1974'te hükümetten istifa eder. Kıbrıs Barış Harekatı'nı 'oya dönüştürmek' için 'bunalım politikası' izlemekle suçlanır.

Ecevit, MSP ile ortaklığın sona ermesiyle, erken seçim kampanyası başlattı. Hükümet bunalımının ancak erken seçimle çözülebileceğini savunuyordu. Ancak Türkiye, bütün sağ partilerin parlamento çoğunluğuna dayalı bir hükümet kurarak Milliyetçi Cephe dönemini başlatacağı günlere giriyordu...
 

DEMOKRATİK SOL, YERLİ SOL


CHP ise MSP ile koalisyonun bozulmasının ardından kendi içine dönmüş ve 28 Haziran 1974'te toplanan Tüzük Kurultayı ile gündemine, Ecevit'i genel başkanlığa taşıyan parti politikalarını kurumsallaştıracak düzenlemeleri almıştı. 1974 Tüzüğü'nün amaçlar bölümünün 2. maddesine, Ecevit'in deyişiyle "Marksizmden kaynaklanmayan, yerli" bir kavram olan 'Demokratik Sol' ilkesinin benimsendiği eklenmişti.

CHP'de ortanın solu akımıyla başlayan sola dönüş hareketi, toplumsal dürtülerin de etkisiyle her geçen gün yeniden biçimlenmişti. 'Ortanın solu' kavramı yerini giderek 'Demokratik Sol' kavramına terk etmiş, tüzük kurultayında da bu belgelenmişti.
 

SESSİZ SEDASIZ, SİLİK MUHALEFET


1975 yılının ortalarına gelindiğinde Birinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti idaresindeki ülke de bunalım içindedir. Ekonomik bunalım doruğa ulaşmış, siyasi cinayetlere her gün bir yenisi eklenmektedir. Böylesi bir ortamda yapılan 12 Ekim Kısmi Senato ve Milletvekili Ara Seçimleri'nde AP birinci parti olmuş ancak ikinci parti durumundaki CHP de oylarını yüzde 8 arttırmıştır.

CHP içi çatışmalar ise artık nedeni, amacı ve bağlantıları iyice silikleşmiş bir halde ama büyük bir hızla sürmektedir. Çatışmaların tarafları da, aktörleri de sürekli yer değiştirmekte; kişisel kırgınlara parti yönetimi anlayışı, muhalefet biçimine yönelik eleştirilere ekonomik ve sosyal düşünce ayrımları karışmaktadır.

Parti içi çatışmalar derinleşirken dışarıya yansıyan CHP ise 'sessiz sedasız ve silik muhalefet' partisi görünümündedir. CHP yanlısı gazeteler veryansın etmektedir:

"Sokakları genç insanların kanlarıyla sulanan bir ülkede, iktidar ölçüsünde olmasa bile, muhalefet de sorumludur. (...) CHP, üzerindeki ölü toprağını silkmeli ve Cephe sorumlularından kanlı mezar taşlarının hesabını sormalıdır."
 

HİZİPLER ÜSTÜ


CHP'ye yönelik tepkilere Ecevit de suskun kalamaz, "CHP'nin bugünkü muhalefetini yeterli bulmayan halk çoğunluğuna hak veriyorum" der. Ancak 8 Mart 1976'da, aralarında Deniz Baykal'ın da bulunduğu 5 Yönetim Kurulu üyesinin istifası, parti içi soğuk savaşı iyice su yüzüne çıkaracaktır. Baykal ve Eyüboğlu gruplarının 'Parti'nin temel düşüncelerinde birleştiklerini" savunan Ecevit, çatışmanın dışında kalmaya özen gösterir.

"Kimse bir yerlere gelebilmek için bana ve genel merkeze yakınlığına güvenmesin" diyerek bağımsızlığını ilan eden Ecevit, parti içindeki bu çatışmaları durduramıyordu. Ecevit, Kurultay'dan hemen önce gruplara Sivas'tan mesaj yolluyordu:

"CHP içindeki çekişmeler konusunda benim gösterebileceğim hoşgörü sınırı, halkın göstereceği hoşgörüsüdür, hoşgörümü onun ötesinde sürdürme hakkına sahip olmadığımı bilerek hareket edeceğim."
 

TAŞLI SOPALI KONGRE


Ancak Ecevit'in bu çıkışı da kar etmez, CHP yine tarihinde ilk kez, taşlı sopalı kongrelere sahne olacaktır. Ecevit, artık patlar: "Yurtta herkes CHP'de neyin kavgasının yapıldığını bilmek istiyor, ancak anlayamıyor (...) Son olarak Çankaya Kongresi'nde düzenlenen saldırı, bardağı taşıran son damladır. Ülkede zorbalığa karşı mücadele eden CHP kendi içinde böyle zorbalıklara göz yumamaz (...) Benim tahammülüm geniştir. Parti içi konularda fazla tahammüllüyüm diye zaman zaman eleştirilmişimdir. Fakat bu sırada, CHP'nin yıpratılmasına, rejimin tahammülü yoktur, halkın tahammülü yoktur."
 

BU PARTİYE ACIYIN


Ecevit'in bu çıkışı tansiyonu düşürmek şöyle dursun büsbütün sertleştirir. Ecevit, grup toplantısında şunları söyler: "Buraya hep dedikodularla geliyorsunuz. Bu partiye vurmayın, acıyın..."

Ecevit'in "Halk, CHP'yi iktidara getirmeye kararlıdır, gelmezsek bizim kabahatimizdir" ekseninde yaptığı konuşma, 'hizipler üstü' karma liste önerisiyle birleşince, Deniz Baykal'ın öneriyi reddetmesine karşın, Kurultay sağ salim atlatılır.
 

ECEVİT'E SUİKAST


CHP'de parti içi çatışmalar sürerken 'Milliyetçi Cephe' yönetimindeki ülkede, planlı saldırı ve cinayetlere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Saldırılar, ana muhalefet partisinin liderini, Ecevit'i hedef alacak kadar ileri gitmiştir. Faili meçhul cinayetler, işgaller, boykotlar, yolsuzluk, rüşvet artık günlük yaşamın bir parçasıdır. Bunalım 1977'nin ortalarına gelindiğinde genel seçimi gündeme getirir. CHP'nin Taksim mitinginde Ecevit'e suikast yapılacağı ortaya çıkar. Bunu da bizzat Başbakan Demirel, Ecevit'e mektupla (1) bildirir. Ecevit, mitinge katılmaktan vazgeçmez (2). Mitingde şöyle konuşur:

"Halk, düzeni değiştirme kararını verdi. Dursam beni aşar..."
5 Haziran 1977 seçimlerinden CHP yüzde 41.4 oy oranı 213 milletvekiliyle birinci parti olarak çıkar ancak tek başına iktidar olmak için aldığı oylar yine kısa kalmıştır.
 

İKİNCİ MC, ÜÇÜNCÜ ECEVİT HÜKÜMETİ


Hükümeti kurmakla görevlendirilen Ecevit'in önünde azınlık hükümeti kurmak dışında bir seçenek yoktur. Ancak, AP Genel başkanı Demirel, CHP hükümetinin "Kurulmasına, onaylanmasına ve icraatına karşı mücadele edeceklerini" açıkça ilan etmiştir. Demirel, Erbakan ve Türkeş'e göre "CHP, hükümeti işgal etmiştir, Cumhurbaşkanı Korutürk de bu duruma göz yummuştur". Birinci MC hükümetini oluşturan partiler, CHP hükümetine karşı iç çelişkilerini bir tarafa bırakmış, yeniden cephe ruhuna bürünmüştü. 21 Haziran 1977'de Ecevit tarafından kurulan CHP azınlık hükümeti, Meclis'te 3 Temmuz'da yapılan güven oylamasında 217 evet oyuna karşılık, 229 ret oyu almıştı. Ecevit hemen istifasını sunmuş, ardından da hızla ikinci MC hükümeti kurulmuştu.

Ülkede ikinci MC dönemi başlarken, seçimlerden birinci parti çıkmasına karşın hükümet olamayan CHP'de ise tartışmalar baş göstermekte gecikmez. Antalya Milletvekili Deniz Baykal öncülüğündeki bir grup, bu durumdan Ecevit'i sorumlu tutmakta ve olağanüstü kurultay önermektedir. Ecevit, partililerle gruplar halinde varolan tartışma toplantıları düzenleyerek, kısa sürede tepkileri sönümlendirir.

Nitekim 11 Aralık 1977 günü yapılan ve referandum niteliğindeki yerel seçimlerde CHP, 42 belediyeyi alarak ezici bir üstünlük sağlar. İkinci parti olarak çıkan AP ise sadece 15 belediyeyi alabilmiştir. Kamuoyu desteğini büyük ölçüde yitirdikleri ortaya çıkan İkinci MC hükümetini oluşturan partiler iç çatışmalara sürüklenmiş, Ecevit hükümetinin desteklenmesini savunan bazı vekiller partilerinden kopmuştu.

İkinci MC Hükümeti'nin istifasıyla, başını CHP'nin çektiği CGP, DP ve AP'den kopan bağımsızların oluşturduğu Üçüncü Ecevit hükümeti 17 Ocak 1978'de Meclis'ten güven oyu aldı.
 

HİZİPLERE AÇIK SAVAŞ


Ecevit, tarihi boyunca genel merkez-hükümet ve gruplar üçgeninde çatışmalara sahne olan CHP'de yeni bir dönem başlatmaya kararlıdır. Hükümette görev alanların parti yönetiminden ayrılmalarını ister. Ecevit, parti içi hizipleşmeleri ortadan kaldırmaya yönelik bu manevrayla yetinmeyecektir; "Kurultay'a tek liste halinde gireceğiz."

Hazırlıklar yetişmeyince Anayasa Mahkemesi'nden uyarı alan CHP, olağanüstü kurultaya gitmek zorunda kaldı. Sorunlar olağan Kurultay'a ertelenmişti.

Hemen sonra toplanan 24. Olağan Kurultay'a ise Ecevit'in istediği gibi 'tek liste' ile girilemedi. Çatışma, gruplaşma ve kadrolaşma hareketlerinin her zamankinden daha güçlü olduğu görüldü. Çatışmalar gücünü, hükümetin başarısızlığından alıyordu...
 

YALNIZ ADAM


Üçüncü Ecevit hükümetinin kurulduğu 1978'in başlarında, ülke ekonomik bunalım ve giderek tırmanan anarşiyle boğuşuyordu. Aradan geçen bir yıl içinde, tablo daha kötülemiş, hükümet ise çaresiz kalmış, kontrolü kaybetmişti. Günlük yaşamın parası haline gelen silahlı saldırı ve çatışmalar, Sivas, Çorum ve Kahramanmaraş'ta olduğu gibi toplu katliamlara dönüşmüştü. Korku içindeki halk bir yandan da yokluk, uzun kuyruklar ve zam yükü altında eziliyordu.

Dışarıdan ve hükümetin içinden eleştiri oklarına hedef olan Ecevit, partisinde de yalnızlığa itilmişti. Parti içi muhalefetin yelpazesi genişlemiş, hükümette bakan olanlar dahi bir muhalefet grubunun başını çeker olmuşlardı... "Sorunları iletmek için Ecevit'i ulaşamıyoruz", "Parti içindeki tek organ genel başkanlık" diyorlar ve Parti Meclisi'nin yeniden oluşturulmasını istiyorlardı.
 

İKTİDARSIZ HÜKÜMET


CHP'nin son olağan kurultayı ilkinden tam 60 yıl sonra Ankara'da toplandı. Ecevit, son kurultay olduğunu bilmeden yaptığı konuşmasında, "İktidar olma uğraşı derken, yalnızca 1981 seçimlerinde CHP'nin Millet Meclisi'nde tek başına salt çoğunluğu sağlamasını belirtiyor değilim. Bu anlamda, yani siyasal anlamda iktidar olmanın yanı sıra, toplumsal anlamda iktidar olmak da, özellikle bir demokratik sol parti için yaşamsal önem taşır. Önümüzdeki ilk hedeflerden birisi de, bu yıl Ekim ayında yapılacak olan Cumhuriyet Senatosu ve milletvekili ara seçimlerini nmaktır..." diyordu. 24. kurultay, Ecevit'in muhaliflerini tüm ağırlığını koyarak alt etmesiyle sonuçlanmıştı ancak, Üçüncü Ecevit hükümetinin yönetimindeki ülkede iktidar boşluğu her geçen gün büyüyordu. "1981'de kesin iktidar olacağız" diyen Ecevit de bu gerçeği itiraf ediyordu.

Bir yanda hükümetteki bakanlara yönelik yolsuzluk iddiaları, öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım ve anarşi... TÜSİAD, tarihte ilk kez hükümeti peş peşe gazete ilanlarıyla uyarıyordu. Ticaret ve Sanayi Odaları Meclisi de hükümeti kamuoyu önünde uyarınca, Ecevit, "Bu devlet, işadamlarının muhtırası ile hükümet kurmaz, hükümet düşürmez, bu ülkede halkın dediği olur, halkı sömürenlerin değil... TÖB-DER ve POL-DER siyaset yaparsa suç, sanayici kuruluşlar siyaset yaparsa suç değil, olmaz öyle şey. Hepsini savcılığa vereceğim..." diyecekti. Ancak, ilanlar durmadı. Üstelik esnaf da kepenk müzikerek, kontak kapatarak bu halkaya eklendi.


Mecliste ise Ecevit hükümetinin bakanlarından Hilmi İşgüzar ve Tuncay Mataracı hakkında gensoru verilmişti. İşgüzar istifa etti. Hükümet dört bir yandan kuşatılmıştı.
 

12 EYLÜL'ÜN AYAK SESLERİ


1 Mayıs'ta İstanbul'da uygulanan sokağa çıkma yasağı, tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Tepkiler çığ gibi büyüyordu. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, "ordunun çıkar çekişmelerine alet edilmem*sini" istedi.

Hükümet içinde de istifalar birbirini izlemeye başladı... 4 bakan arka arkaya hükümetten ayrıldı. 18 aylık iktidarın sonunda Ecevit, yenilgisini kabul etmek için son bir darbe bekler gibiydi... O da 14 Ekim 1979 ara seçimleriyle geldi. CHP son seçimlerde yakaladığı yüzde 41.4'lük oy oranından yüzde 29.1'e düşmüştü... 'Geleneksel oy oranı'na...

İki gün sonra 16 Ekim 1979'da Ecevit, istifa etti. Hezimetin hesabı 4 Kasım 1979'da toplanan 8. Olağanüstü Kurultay'da görülecekti. Hiç kimse bunun CHP'nin son kurultayı olduğunun farkında değildi.
 

İNÖNÜ'NÜN İZİNDEN: YA BEN YA ONLAR


'Genel merkezciler', 'Topuzcular', 'Baykalcılar', 'Sol muhalifler' ve tek başına Bülent Ecevit... Gruplar, acımasızca eleştirdikleri Ecevit'in genel başkanlığında hemfikirdi, asıl çekişme parti yönetimi için yaşanıyordu. Ecevit'in buna izin vermeye niyeti yoktu. Son kozunu oynadı, "Bir yanda katı hizipçiliği hak olarak gören liste, bir yanda da katı hizipçiliği reddeden bir anlayış bulunmaktadır. Ben katı hizipçiliği reddeden bir ekiple görev yapabilirim. Eğer Kurultay bana bu olanağı verirse Genel Başkan olarak görevimi sürdürürüm. Şayet Kurultay bu olanağı vermezse, görevimi genel başkan olmadan da Partimde sürdürebilirim."

Ecevit, "Ya ben, ya onlar" diyordu. Kurultay, Ecevit'siz CHP'yi göze alamamıştı...

Ancak 12 Eylül 1980'de ülke yönetimine el koyan askerler CHP'li delegeler gibi düşünmüyordu. Onlar, Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş gibi siyasilerin siyasetten el çekmesinden yanaydı. Ecevit 13 Eylül sabahı, siyasi rakipleriyle birlikte Hamzakoy'a gönderildi. Yaklaşık bir ay süreyle Hamzakoy'da TSK'nın gözetiminde tutuldu ve siyasi rakipleriyle birlikte siyasetten yasaklandı. Atatürk'ün kurduğu CHP'nin üçüncü genel başkanı, 15 Eylül 1981'de de partisinin kapısına kilit vurulduğuna da tanık olacaktı.
 

III. BÖLÜM
 

YASAKLI YILLAR


Hamzakoy'da bir aylık 'zoraki misafirlik' dönemi sona eren Ecevit, siyasetten de yasaklanmıştı. Ancak, asker kışlasına dönünce yeniden siyaset yapacağına dair umutları, henüz tükenmemişti. Nitekim, Orgeneral Haydar Saltık'ın 28 Ekim 1980'de yabancı gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki esnek yaklaşımı, bu konudaki umutları beslemişti. Ancak asker, derhal bu türden yanlış anlamaların önüne geçecekti. (3) MGK Genel Sekreterliği'nce 29 Ekim'de yayımlanan ve özetle "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecekler" diyen bildiri, Ecevit'in CHP'den istifa etmesine yol açacaktı. (4)

Görünürde CHP ile Ecevit'in yolları, askerin baskısıyla ayrılmıştı. Ancak, daha Hamzakoy'dayken kaleme aldığı bir yazıda, 12 Eylül koşullarında siyaset yapabilmesinin yolunun CHP genel başkanlığından ayrılmak olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyordu
(5).

CHP'lilerse Ecevit'in 12 Mart'tan sonra yaptığı gibi istifa etmesinden korkuyordu. Ecevit, Hamzakoy'dan Ankara'ya döner dönmez soluğu Or-an'da aldılar. Neyseki Ecevit de onlar gibi düşünüyordu:

"Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler."
 

ECEVİT BİR YANA, CHP BİR YANA


Ancak hesaplar alt-üst olmuş, Ecevit ve CHP'nin yolları ayrılmıştı. Ecevit, resmi sıfatlarından sıyrılıp mücadeleye karar
verdiğinde CHP yönetimi ise İnönü'nün ünlü "Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner" sözünün gereğini yerine getirmeyi bunu
çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı benimsiyordu.

Ecevit bir yöne CHP başka bir yöne çoktan yönelmişti, istifa sadece bu süreci hızlandıracaktı.

SİYASİ PARTİLER KAPATILIYOR

15 Eylül 1981'de Milli Güvenlik Konseyi, 9 maddelik bir yasayla siyasi partileri kapatmıştı. CHP'nin mallarına da diğer partiler gibi el konulmuştu. Ecevit buna sessiz kalamazdı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in kararı açıklamasından sonra 'yanıt hakkı'nı kullanarak bir yazı kaleme almış ancak bildirisi, ne TRT'de ne de basında yayınlanmamıştı. Ecevit, CHP'li arkadaşlarından da benzer tepkiler göstermelerini istedi. 'Sizinki dahi yayımlanmadı' gerekçesiyle kabul edilmedi. "Anayasa Mahkemesi'ne başvurun" dedi, "Tüzel kişi değiliz" dediler. Ecevit ısrar etti, "Siz dava açın, onlar geri çevirsin."  Dinletemedi.Ve yollar bir daha kesişmem*k üzere ayrıldı...
 

ARAYIŞ


Ecevit, siyaset yapmanın yollarını arıyordu. Bunu, 'Arayış' adını verdiği dergi aracılığıyla yapacaktı. 21 Şubat 1981'de yayın hayatına başlayan Arayış, bir yandan yeniden toparlanmanın aracıydı, bir yandan da 12 Eylül rejimine muhalefetin.

Ecevit'in Arayış'ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12 Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan 'işkence' başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına neden olacaktı. 30 Mayıs 1981'de çıkan 15. sayısında ise Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükseltecekti. 'Adalete Karşı Adaletsizlik' başlıklı yazıda Ecevit şunları söylüyordu:

"İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik ve ölçüde açığa vurabilir."

Milli Güvenlik Kurulu'nun yanıtı ünlü 52 numaralı bildiriyle geldi, Ecevit'e 'yazı yasağı' konuldu.
 

CEZAEVİ GÜNLERİ...


52 numaralı bildiri aynı zamanda Ecevit'i cezaevine göndermenin de zemini olacaktı. CHP'nin kapatılmasından sonra Evren'in bu
kararı savunmak için yaptığı konuşmaya yanıtını TRT'ye gönderen Ecevit, yayımlanmayan yazısı için 52 numaralı bildiriye aykırı davranmak suçlamasıyla cezaevine gönderilecekti. (6)

3 Aralık 1981'de cezaevine giren Ecevit, "Cezaevine, oradaki yalnızlığa içerlemedim de" diyordu, "Mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü".

2 Şubat 1982'de, yaklaşık iki ay sonra cezaevinden çıkan Ecevit'in, birkaç gün sonra Hollanda televizyonu NCRV'ye verdiği demeç de 52 numaralı bildiriye aykırı bulunmuştu. Bir de Alman Der Spiegel dergisine "Atatürk'ün mirası ve Türk demokrasisinin Hali" başlıklı bir yazı yazmıştı. Hakkında dava açıldı. Mahkeme sürerken Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü 10 Nisan 1982'de Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı. Ecevit, Danimarkalı gazeteciye demeç vermekle suçlanıyordu. Ecevit'in gazeteciyi kabul ettiği doğruydu, ancak 52 numaralı bildiri nedeniyle demeç veremeyeceğini söylemişti. Gözaltına alındıktan iki gün sonra Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, savcılığın iddiasını yerinde görmemiş ve Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığına karar vermişti. Ecevit'in Askeri Dil Okulu'ndan çıkması bekleniyordu ki, bu kez Hollanda televizyonuna verdiği bir başka demeç nedeniyle yeniden gözaltına alındı.
Ecevit gözaltındayken, Sıkıyönetim Komutanlığı, Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığı yönündeki mahkeme kararına itiraz etti ve bir kez daha tutuklanmasını talep etti. Ecevit bu kez tutuklandı. Danimarkalı gazetecinin de tanıklığıyla Ecevit 3 Haziran 1982'deki ilk duruşmada beraat etti.

Ancak Hollanda televizyonuna verdiği demeç ve Der Spiegel'e yazdığı yazının davası sürüyordu. Ecevit, 'Türkiye hakkında görüş bildirdiği' gerekçesiyle 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak ilk mahkumiyetinde tahliye süresi dolmadan ikinci kez suç işlediği için cezası bir ay artırıldı.
 

İCAZET PEŞİNDE


Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in 1982 ortalarında Çorum'da halka hitap ederken, bir yıl sonra siyasi partilerin kuruluşuna izin verileceğini açıklamasıyla birlikte, mahkemelerdeki yalnızlıktan ötürü kırgınlık duyan Ecevit'in evi türbeye döner. Gelenler, yeni bir parti kurmak için Ecevit'ten CHP'nin mührünü istiyorlardı. Ecevit ise parti için onayını isteyenlere, "Parti icazetle kurulmaz. Ne beş kişilik Güvenlik Konseyi'nden alınacak icazetle ne de genel başkanlardan alınacak icazetle parti kurulur. Hele bir sol parti, böyle bir yöntemle hiç kurulamaz. Ben, bana soranlara parti kurun veya kurmayın demem, sadece düşüncelerimi ifade ediyorum, bir de ben de mühür olmadığını ifade ediyorum" diyor, 12 Eylül koşullarında bu yolla parti kurulamayacağını, 30 yıl dahi sürse tabandan örgütlenilmesini, yani demokrasi mücadelesiyle parti kurulabileceğini vurguluyordu.

Mühür istemeye gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. 12 Eylül'ün başbakanı, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan Bülent Ulusu'nun müsteşarı ve İsmet İnönü'nün Özel Kalem Müdürü Necdet Calp de mühür istemek için Ecevit'in kapısını çaldı. Ecevit ona da aynı cevabı verdi. Ancak, Calp bu cevabı 'mührü aldım' şeklinde yorumladı. Diğer cebinde de Evren'in mührü vardı; Halkçı Parti'yi kurdu.

Parti için onay istedikleri Ecevit'e rağmen parti kurmakta kararlı olan CHP'den kalan, 'Sosyal Demokrat Güç', 'Lordlar', 'Dokuzlar hareketi' gibi irili ufaklı pek çok grup Ecevit'e rağmen, Ecevit'siz SODEP'i kurmaya girişmişti. Başlarında, yoğun ısrarlara daha fazla karşı koyamayan Erdal İnönü vardı.

Halkçı Parti'ye de SODEP'e de destek vermeyen Ecevit'in ne yapacağı ise merak ediliyordu.
 

ÇİLE ÇİÇEKLERİNDEN DSP'YE


1983 yılının baharıydı. Güneşli bir Pazar günü Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Türk-İş eski genel başkanı Halil Tunç'un n'daki çiftliğine gittiler. Gazeteciler de peşlerinde... Gazeteciler ziyaretin amacını sordu, Ecevit güldü ve Tunç'un bahçesindeki çiçekleri gösterdi: "Sayın Tunç'un bahçesine geldim. Gezdim. Bahçesinde çok güzel çiçekler var. Saksı çiçekleri sağlıklı olmuyor. Ama tarlada, bahçede yetişen, çilesi çekilen çiçek, çile çekilerek yetişen çiçek daha sağlıklı, daha güzel oluyor. Saksıda, dört duvar arasında yetişen çiçek bir ölçüde gelişebiliyor ama tarladaki çok rahat gelişip boy atıyor."

O tarihte konuşması ve yazması yasak olan Ecevit'in Halil Tunç'un çiçekleri hakkındaki yorumu, sol kesimde 'beklenen mesaj' olarak algılandı ve siyasi literatüre yeni bir kavram girdi: Çile çiçekleri...
 

DEMOKRATİK SOL HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENİYORUM


n'a yapılan ziyaret, elbette 'bahçe ziyareti' değildi. Partiyi tabandan kurmaya özen gösteren Ecevitler, işçi kesiminin sevip saydığı, Türk-İş'in en güçlü liderlerinden Halil Tunç'u kuruluş çalışmalarına davet ettiler. Ankara dışına gitmesini işçilerle temasa geçmesini istediler. SODEP ve Halkçı Parti'nin önerisini geri çeviren Halil Tunç, Ecevitlerin önerisini kabul etti. Nitekim 28 Ekim 1983'te, seçimlerden hemen sonra DSP'nin kurulacağını kamuoyuna açıklayan Ecevitler'in yanındaki üç kişiden biri de Halil Tunç olacaktı.

Demokratik Sol Parti'nin kurucularına ve kuruluş biçimine ilişkin Ecevitler'in mesajı şöyleydi:

"Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi..."

Ecevit'in deyimiyle 'çile çiçekleri' 1984 Nisan'ına gelindiğinde Demokratik Sol Parti'yi kuracak duruma gelmişti. Yasaklı Ecevit, 18 Nisan 1984'teki il temsilcileriyle yapılan ilk gayri resmi toplantıda şu mesajları verecekti: "Hukuken değilse bile fiilen Demokratik Sol Parti kurulmuştur, köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum."

Ecevit'in 'sosyal demokrasi' yerine 'demokratik sol' kavramını kullanması dikkat çekiyordu. Gerçi bu yeni bir şey değildi, Ecevit 1965 sonrasında CHP içinde sürekli 'demokratik sol' (7) kavramını kullanmış ve programa, tüzüğe geçmesini sağlamıştı.
 

RAHŞAN ECEVİT EMANETÇİ BAŞKAN


Takvimler 1985 yılını gösterdiğinde soldaki Halkçı Parti, 'Sosyal Demokrat Halkçı Parti' (SHP) olmuş, SODEP ise kendini feshederek SHP'ye katılmıştı. DSP hala resmi olarak siyaset sahnesine çıkmamıştı.

Nihayet 14 Kasım 1985'te, DSP'nin kuruluş dilekçesi, 25 bin kurucu adayından 612'sinin imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verildi. Beklentilerin aksine Rahşan Ecevit, kurucular arasında değildi. Rahşan Hanım, zorunluluklar nedeniyle 25 bin adayın ikna edilerek, temsili 612 kişiye müzikilmesi karşısında kendisinin kurucu üye olmayı içine smüzikemeyeceğini söylüyordu. 23 Kasım 1985'te toplanan DSP kurucular kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkan seçti. Bülent Ecevit'in siyasi yasağı kalkana kadar DSP Rahşan Hanım'a emanetti.

Nitekim, Bülent Ecevit, 18 Mayıs 1986'daki 2. Kurucular Kurulu toplantısında, ilk kez kürsüden konuşmaya "doğal genel başkanımız" sözleriyle davet ediliyordu.

Toplantıya ve Ecevit'in konuşmasına 1982 Anayasası ve siyasi yasaklar damgasını vuruyor, 'Demokratik solun doğal lideri', 'Demokratik sağın doğal lideri' Demirel'e ve SHP'ye Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda çağrıda bulunuyordu.
 

DUDAKLARIM VAR OLDUKÇA...


Savcılık hemen harekete geçmiş ve Ecevit hakkında, siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesine muhalefet etmekten dava açıyordu. Ecevit bu davadan beraat edecek, Rahşan Ecevit'in yanında 'konuk' sıfatıyla tüm yurtta parti toplantılarına katılmayı sürdürecekti. "Cezaevine girmeyi göze aldıktan sonra istediğim gibi konuşurum" diyordu, konuşuyordu da... Her konuşmasından sonra hakkında dava açılıyordu, ancak Ecevit meydanlara ısınmış, davalara alışmıştı. "Dudaklarım var oldukça konuşacağım" diyordu...

DSP, sandıktaki ilk sınavını, 28 Eylül 1986'da, 10 ilde yapılan Milletvekili ara seçimlerinde verecekti. Kuruluşundan sekiz ay sonra, seçimlere giren DSP, yüzde 10 barajını aşamayacak ve yüzde 8.5'a yakın oy oranıyla Meclis dışında kalacaktı. Bu seçimin galibi görünürde ANAP'tı, ancak yasaklı Demirel'in doğal lideri olduğu DYP büyük bir sürprizle oy oranını yüzde 24.6'ya yükseltmişti. SHP ise 22.1 oy oranıyla üçüncü parti konumundaydı.
 

DSP KIŞLA, ECEVİT DE TANRI DEĞİL


1986'nın yazında DSP'de CHP'yi aratmayacak gelişmeler yaşanıyordu. MKYK üyesi Celal Kürkoğlu, ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmişti. Kürkoğlu, bölge toplantıları düzenledi ve parti içinde mücadele kararı aldı. "Çoğunluk
muhalefettedir. Ancak doğal lidere olan aşırı saygı, bütün arkadaşların susmasına neden olmaktadır" diyen Kürkoğlu, ihraç kararını tanımayacağını söylüyordu. Kürkoğlu, parti içi demokrasi olmadığını savunuyor, Ecevitler'in partiyi kışla gibi yönetmeye çalıştığını iddia ediyordu. Muhalif 230 üye, Kurucular kurulu'nun 14 Haziran'da toplanması çağrısında bulundu.
Genel merkez, 'siyasi yasakların kaldırılması' konusunda 'ivedi' bir biçimde 31 Mayıs'ta toplanacağını duyurdu. Muhalifler ise alternatif toplantı için hazırlanıyordu. Rahşan Ecevit, bunun yasal olmadığını açıkladı. Celal Kürkoğlu ve arkadaşları 14 Haziran'da toplandılar ve kendilerini DSP'nin yasal yöneticileri ilan ettiler. Genel Başkan seçilen Kürkoğlu, "Sayın Ecevit'in aklından geçti diye 233 parti kurucusunun kaydı silinemez. İhraç edilemez. Ecevit tanrı değildir. Yaptıkları hatadır, yaptıkları suçtur."

Ertesi günkü gazete manşetleri şöyleydi: Üç liderli parti: DSP Bülent Ecevit: Doğal Lider, Rahşan Ecevit: Atanmış Lider, Celal Kürkoğlu: Seçilmiş Lider

Birkaç ay süren tartışma süresince Kürkoğlu ikinci kez genel başkan ilan edildi. Tartışma, mahkeme salonlarına taşındı, alternatif yönetim adli makamlarca geçersiz sayıldı. 2001'deki kurultayı geçersiz olduğu iddiasıyla bir kez daha çıkacak olan Kürkoğlu, 1957'de Ecevit'in milletvekili olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu'nun yeğeniydi...
 

SİYASİ YASAKLAR 'KIL PAYI' KALKIYOR


Ara seçimin bir başka sonucu daha vardı. DYP'nin ikinci parti konumuna gelmesi, SHP lideri Erdal İnönü'nün yasakların kaldırılması konusundaki ısrarlı talebi ve kamuoyu baskısı karşısında Özal giderek köşeye sıkışmıştı. Halkın, eski siyasileri ebediyen siyaset sahnesinden sileceğine inanıyordu. Siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesini referanduma götürmek için değişiklik önerisi hazırladı. Liderler konuyu enine boyuna tartışmak için arka arkaya zirvede buluştu. Özal'ın tek şartı vardı, değiğikliği referanduma götürmek. İnönü'nün 'Meclis değişikliği yeterli' şeklindeki önerisini görmezden gelen Özal, 193 arkadaşıyla birlikte Anayasa değişikliği önerisini Meclis'e verdi. Görüşme ve oylama sonucunda, Meclis geçici 4. maddeyi kaldırmış ancak yürürlüğe girmesini, Özal'ın isteği gibi referandum koşuluna bağlamıştı. Ecevit'in ve diğer
yasaklı liderlerin kaderi 6 Eylül 1987'de belirlenecekti. Sonuç kılpayı 'evet'ti... 'Evet' oyu kullananların oranı yüzde
50.26, 'hayır' oyu kullananların oranı ise yüzde 49.74'tü. Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği referandum sonucunda liderlerin yasakları, 88 bin 251 oy farkla kaldırılmıştı.

13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulu'nda Ecevit genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kalmıştı.
 

YENİDEN DOĞUŞ


Özal, hesaplarını doğru yapmış, referandumdan hemen önce erken seçim tarihini açıklayarak, Ecevit ve Demirel'in toparlanmasına fırsat vermeden sandık başına gitmeye karar vermişti.

DYP ve DSP 'baskın seçim'i boykottan yanaydı, SHP ise bunu doğru bulmamıştı. Ecevit ve Demirel, yasaklarının kalkmasından sadece iki ay sonra 29 Kasım 1987'de seçim sınavına zorlanmıştı. Sonuçlar, Özal'ın hesapladığı gibi oldu:

ANAP- yüzde 36.1 oy, 292 milletvekili,
SHP- yüzde 24.7 oy, 99 milletvekili,
DYP- yüzde 19 oy, 59 milletvekili,
DSP - yüzde 8.5 oy oranıyla yüzde 10 barajının altında kalmış ve Meclis'e giremişti.
 

AKTİF SİYASETTEN ÇEKİLİYOR...


Seçimin ertesi günü, DSP genel merkezinde, Ecevitler TRT kameraları ve basının karşısında "Partimizin ilk genel Başkanı ve şimdi Genel başkan yardımcısı olan eşim Rahşan Ecevit'le birlikte aktif siyasetten ayrılmaya karar verdik" diyordu. Ecevit kararlıydı... Çekildi...

Ecevit'in siyasetten çekilmesi dost-düşman her kesimde şok etkisi yaratmıştı. Kamuoyu Erdal İnönü'nün, babasıyla çekişmeleri sırasında arkadaşı Bülent'i desteklediğini bu vesileyle öğreniyordu. Demirel, Ecevit'in siyasetten çekilmesini 'büyük kayıp' sayıyordu. Erbakan ise bir adım daha ileri gidiyor ve "Kararınızı gözden geçiriniz, geri dönünüz" diyordu.

İstifa açıklamasının ertesi günü İstanbul'dan gelen 60 kadar DSP'li genel merkez önünde 'ölüm orucu'na başlıyordu. Ecevit'ler ne kadar dil dökseler partilileri bu kararlarından vazgeçiremiyorlardı. 2 Aralık'ta istifalarını sunmak üzere genel merkeze gelen Ecevitleri, mahşeri bir kalabalık karşıladı. Sokakta geceleyen partililer 'geri dön' diyorlardı. Ecevit, partililere, "Hep aranızdayım. Hep aranızda kalacağım. Aktif siyasetten ayrılmak, siyaseti bırakmak değildir. Perikles, 'Hiçbir şeye karışmayan yurttaş zararsız yurttaş değil, yararsız yurttaştır' demiştir. Allah beni yararsız yurttaş olmaktan korusun. Perikles, demokrasi uğruna ölen arkadaşlarına ağıt yakmadı. Artık yeterince ağladınız, şimdi demokrasi için görev başına. Ağlamak yok, ölüm orucu yok. Şimdi görev halkın" diye seslendi. İstifasını verdi, artık sloganlar "Yurttaş Ecevit, aramıza hoş geldin" şeklindeydi...
 

YURTTAŞ ECEVİT


ncak yönetim istifaları kabul etmedi. Gerek yönetim, gerekse Anadolu'dan gelen heyetler, Ecevit'in başkanlık görevini Birinci Olağan Kurultay'a kadar sürdürmesini istiyorlardı. Ecevit, 'kararım değişmeyecek' diyerek, ısrarlara boyun eğdi ve istifasını iki ay sonra toplanacak kongreye kadar askıya aldı.

Gözyaşları arasında toplanan 7 Mart 1988'deki 1. Olağan büyük Kurultay'da Ecevit, güvercin uçurarak genel başkanlık görevinden ayrıldı.
 

MEVZİ DEĞİŞİKLİĞİ


Ecevitsiz DSP dönemi başlamıştı. Herkes, DSP'nin dağılmasını bekliyor, SHP'den 'kendini feshet bize katıl' çağrıları yapılıyordu. DSP'liler ise Ecevit'in dönmesini istiyorlardı. Ecevit sonrası genel başkan seçilen Necdet Karababa, on ay sonra istifa etti. İstifanın Ecevit'e yer açmak için yapıldığı kanısı yaygındı. Ancak Ecevit, hemen dönmedi. 5 Ocak 1989'daki kongreyi bekledi. Tam bir yıl ayrıldığı DSP'ye yeniden genel başkan seçilen Ecevit, 'Neden çekildiniz, neden döndünüz?" sorusuna "Aktif politikayı bırakmak politikadan tümüyle ayrılmak değildir. Ben mevzi değiştiriyorum. Benzetmek haddim değil ama Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda Polatlı'ya kadar çekildi ama sonuçta savaşı ndı..."
 

YEREL SEÇİM MUHAREBESİ


Ecevit'i bu kez 26 Mart 1989 Yerel Seçim muharebesi bekliyordu... SHP, 'Ecevit oyları bölecek' kampanyasına başlamıştı bile. Seçim yaklaştıkça üslubunu daha da sertleştiren SHP, Genel Başkan İnönü'nün ağzından Ecevit'i 'öç alma' (8) duygusuyla suçladı. Ecevit de aynı sertlikle yanıt verdi. (9)

26 mart 1989'da yapılan yerel seçimin galibi SHP, mağlubu ise ANAP oldu. Ecevit'in partisi, yerel seçimlerde kaybetmişti ama ülke barajına yakın oy oranı alması, genel seçimler için umut yaratmıştı. Ancak, 3 Haziran 1990'da 51 beldede yapılan Yerel Ara Seçimlerinde yüzde 5'te kalan DSP ilk gerçek zaferini yaklaşık üç ay sonra görecekti.

19 Ağustos'ta 13 beldede yapılan seçimlerin mutlak galibi ise DSP'ydi. İstanbul-Bayrampaşa ve Ankara Etimesgut'un odak olduğu seçimlerde, DSP en yakın rakibinin iki katı oy alarak büyük m bulmuştu. Oysa, aynı seçim sonuçları SHP'de İnönü-Baykal mücadelesinin başlangıcı olacaktı.
 

YAKAMIZI BIRAKIN


Ortadoğu'da suların ısındığı ve gündemin Körfez Krizi'ne kilitlendiği günlerde SHP, içine kapanmış, parti içi iktidar kavgalarına sahne oluyordu. Yarışı Erdal İnönü ndı. İnönü, yeniden genel başkan seçilince DSP'ye birleşme çağrısında bulundu. Ecevit yanıtını geciktirmedi:

"DSP koltuk değneği değil. Sayın İnönü benden yanıt bekliyormuş. Yanıtım şu: DSP'nin ve benim yakamı bırakın. Ve ANAP'la seçim ortaklığınızı bozup, demokrasiyi düşürdüğünüz çukurdan çıkarmaya bakın."

Ecevit, İnönü'nün Baykal'a karşı nmasının SHP'nin sağlıklı bir yapıya kavuştuğu anlamına gelmediğini, SHP'nin ve DSP'nin iki ayrı parti olduğunun artık kabul edilmesini vurgulayarak tartışmayı kapattı.

1991 yazında ANAP'ın genel başkanlığını ve başbakanlığı Yıldırım Akbulut'tan devralan Mesut Yılmaz, liderliğini pekiştirmek için erken genel seçim kararı alınca, birleşme çağrısı, SHP'nin seçim politikasının da ana motifi olacaktı. Ancak, SHP'nin seçimlerde HEP'le işbirliği yapması iki partinin yollarını geri dönülmez biçimde ayıracaktı.

20 Ekim 1991 seçimleri, 'soldan ödünç oy' isteyen Demirel'e 12 Eylül'den sonra ilk kez başbakanlık yolunu açarken Ecevit de ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girecekti. Türkiye'de Demirel-İnönü dönemi başlamıştı. Solda ise CHP'nin yeniden açılması tartışmaları...
 

DSP EVLADIM, CHP BABA OCAĞIM


Ecevit 'DSP evladım, CHP baba ocağım' diyen Ecevit, CHP'nin yeniden açılması tartışmalarına uzak duramamıştı. Ancak, SHP ve DSP'nin CHP'de birleşmeleri önerisine karşılık, CHP'nin DSP'ye katılmasını şart koşuyordu. (10) Ecevit'le CHP heyeti arasında yapılan beş görüşme sonuçsuz kalmış, CHP Deniz Baykal'ın genel başkanlık aradığı bir parti olarak şekillenmiş ve kurulmasının ardından da SHP'li milletvekillerinin katılımıyla Meclis'te grup kurmuştu. '94 seçimlerinde solun hezimeti bu iki partiyi CHP'nin çatısı altında toplayacaktı. Ecevit için ise 'baba ocağı'na dönüş gündemden kalkacak, siyasete 'evladı'yla devam edecekti.

17 Nisan 1993'te Özal'ın ölümü, siyasetteki bütün taşları yerinden oynatacaktı. Demirel'in Köşk'e çıkmasıyla DYP-SHP hükümeti dağılacak, siyaseti de bırakan İnönü, parti liderliğini Murat Karayalçın'a devredecekti. Yeni lider, yeniden birlik tartışmalarını açacak, Ecevit'in mesafeli tutumuyla süreç, SHP-CHP birleşmesiyle sonuçlanacaktı.
 

TRUVA ATI


Soldaki bu gelişmelerin ardından seçim sandığında girilen ilk sınav ise Türkiye'de yeni bir politik yön çiziyordu. 27 Mart 1994'teki yerel seçimlerden DYP ve ANAP ilk iki parti olarak çıkmış görünse de seçimin asıl galibi, yüzde 19.8 oranında oya ulaşan Refah partisi olacaktı. Solu hüsrana uğratan seçim sonuçlarını 'Sola gölge düştü' diye yorumlayan Ecevit, "Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır" diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösteriyordu.

Nitekim, Ecevit'in 'truva atı' olarak nitelediği RP, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden galip çıkacaktı. Seçimler öncesi, ANAP lideri Yılmaz'ın koalisyon ihtimali karşısında ilk tercihinin DSP olacağı yönündeki mesajlarına ve DSP'yle
yakınlaşmalarına karşın, Ecevit, muhalefette kalmayı tercih edecekti. Niyet Anasol'du, RP lideri Erbakan'ın hükümet kurma girişimleri de sonuçsuz kalınca, kısmette Anayol çıkmıştı. Ancak, bu hükümetin ömrü, Ecevit'in RP'nin iktidarını önlemek için verdiği bütün desteğe karşın, örtülü ödenek, yolsuzluk iddiaları ve nihayetinde karşılıklı olarak gensoru önergeleri karşısında muhalefetle hareket etme gibi nedenlerle çok kısa sürdü. Türkiye Refahyol dönemine dümen kırmıştı... Ecevit son bir hamle yaparak, DYP'lilere çağrı yaptı ve Refahyol Hükümeti'ne güvenoyu vermem*lerini istedi. (11) Ecevit'in çağrısı RP ile ortaklıktan rahatsız olan DYP'lilerce desteklense de 8 Temmuz 1996'da Refahyol Hükümeti kuruldu.
 

SİNCAN'DA DARBE PROVASI


Libya gezisi sırasında Kaddafi'nin 'Kürt devleti kurulmalıdır' sözleri karşısında yumuşak bir üslup kullanan Erbakan, yurda dönüşünde topa tutuldu. Sular ısınmaya başlamıştı. Konu, DSP'nin önderliğinde bir gensoruyla Meclis'e taşındı, Refahyol hükümeti düşürülmekten kıl payı kurtuldu. Erbakan'ın 11 Ocak'ta Başbakanlık'ta tarikat şeyhlerine 'gayri resmi' yemek vermesi ise kadın örgütlerinin 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganlarıyla sokağa dökülmesine neden oldu. RP'li Sincan Belediyesi'nin düzenlediği 'Kudüs gecesi' üzerine de asker, 4 Şubat'ta sokağa çıkacak, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na bağlı tank ve kariyerler, Sincan Atatürk Caddesi'nden Akıncılar Üssü'ne 'motorlu yürüyüş' gerçekleştirecekti. Genelkurmay her ne kadar "6 ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti" diye açıklasa da herkes bunun hükümete uyarı olduğunu biliyordu. İpler geriliyordu...

Ecevit, 9 Şubat 1997'de RP dışındaki tüm partilere 'güç birliği' çağrısında bulunarak, bir teknokrat hükümeti kurulmasını önerdi. Koalisyon hakkında gensoru üstüne gensoru verdi ancak çabaları sonuçsuz kaldı. Son sözü, 28 Şubat'ta asker söyleyecekti. Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997'de 9.5 saat süren toplantının ardından yayımladığı bildiri, gündeme 'muhtıra' gibi düştü. Siyaset karışmıştı... Erbakan, "Milli Güvenlik Kurulu'nda kararları beraber aldık. Türk Silahlı Kuvvetleri'yle uyum içindeyiz. Tam bir görüş birliği içindeyiz" diyordu. Tekzip Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'tan geldi: "Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün kurduğu laik Cumhuriyet'in temel ilkelerini hayata geçirmeye inananlar ve buna gönül verenlerle uyum içindedir. Bunlar dışında hiç kimseyle uyum içinde değildir."
 

YOL REFAH, ÇANKAYA'DAN DÖNDÜ


İktidar değişikliği kapıdaydı, diğer yanda ise darbe söylentileri... Ancak, Erbakan-Çiller ikilisinin iktidarlarından vazgeçmeye niyetleri yoktu... Sonuna kadar direndiler... Son çare olarak da Erbakan'ın daha çok bir devir teslim gibi göstermeye çalıştığı, Yolrefah formülünde uzlaştılar. Çiller başbakan olacaktı ama Erbakan, cumhurbaşkanının onayından sonra başbakanlığı yeniden ele geçirme hesabındaydı... Hesabı Çankaya'dan döndü. Demirel, Erbakan'ın istifasını kabul etti ancak, hükümet kurma görevini, Anayasa'nın 104. maddesindeki "Cumhurbaşkanı devlet organları arasında uyumlu çalışmayı gözetir" ifadesine dayanarak, "Ülkedeki gerginliği giderecek" olan Mesut Yılmaz'a verdi. Yılmaz, çıktığı liderler turu sonrasında Çiller'i ikna edememiş ancak, 30 Haziran 1997'de CHP'nin dışarıdan desteğiyle ANAP-DSP ve DTP hükümeti kurmayı başarmıştı.
 

ONARIM HÜKÜMETİ


Ecevit ise 1979'dan bu yana ilk kez hükümette yer alıyordu. 'Onarım hükümeti' ANASOL- D'nin işbaşına geldiği günlerde, MHP'de ileride siyasi tabloyu büyük ölçüde değiştirecek bir gelişme yaşanıyordu. Alpaslan Türkeş'in ölümünden sonra, oğlu Tuğrul Türkeş'e karşı ikinci kongreyi nan Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 1997'de MHP genel başkanı ilan ediliyordu...

ANASOL-D'nin ilk icraatı, RP'nin güçlü muhalefetine ve cuma eylemlerine rağmen, kesintisiz 8 yıllık eğitim yasasını Meclis'ten geçirmek oldu.
 

ROMANTİK HAYALLERİMİZ VARDI


DSP iktidardaki ilk kurultayını 7 Aralık 1997 günü yaptı. 4. kurultay, aynı zamanda Ecevit'in siyasete girişinin 43'üncü, Rahşan Hanım'la evliliğinin ise 50. yılıydı. Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya "Hiç ama hiç böyle bir yaşam düşlememiştik. Romantik hayallerimiz vardı. Küçük bir kasabada küçük bir evimiz olacaktı. Rahşan resim yapacaktı, ben şiir yazacaktım. Ama kendimizi siyasetin içinde bulduk" diyecekti...
 

CHP'NİN DESTEK ŞARTI: ERKEN SEÇİM


CHP'nin ANASOL-D hükümetine dışarıdan destek şartı 'erken seçim'di. Ancak Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi'nce kapatılmasından sonra Yılmaz'a göre, CHP'nin bu kozu düşmüştü. ANASOL-D yoluna devam edecekti, seçim tarihine de kendileri karar verecekti. Hükümet, bir yılını geride bıraktığında Baykal, 'seçim hükümeti ve erken seçim' için yeniden hamle yaptı. En geç '99 Martında seçim istiyordu, ya da CHP'nin desteği çekilerek hükümet düşürülecekti.Uzun tartışmalar, formüller sonucu karar verildi: 18 Nisan 1999'da sandık başına gidilecekti.
 

ÇAKICI KASETİ


1998 sonbaharı, 18 Nisan seçim sonuçlarını etkileyecek gelişmeleri de beraberinde getirdi. Yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı, Fransız polisiyle ortaklaşa bir operasyonla yakalandı. Çetelerle mücadele sözü veren Hükümet sözünü tutmuştu. Ne var ki Çakıcı'nın Fransa'da yargılandığı günlerde bir televizyon kında yayınlanan ses bandı, hem hükümetin bir bakanını götürecek, hem Yılmaz'a hem de hükümete olan güveni sarsacaktı... Bantta Çakıcı'yla Eyüp Aşık telefonda görüşüyor, Yılmaz'ın adı geçiyor, Çakıcı, Bakan Eyüp Aşık'tan aldığı bilgilerle yer değiştirdiğini söylüyordu. Yılmaz'ın kendisini yeterince korumadığından şikayetçi oluyor ve o sıralarda özelleştirilmeye çalışılan bankalardan birini alması için teklifte bulunduğunu ifade ediyordu. Aşık önce, reddetse de daha sonra banttaki sesin kendisine ait olduğunu kabul ediyor ve istifa etmek zorunda kalıyordu. İstifa, 'bant'ın neden olduğu ANAP'ın kamuoyundaki olumsuz imajını düzeltecek gibi görünmüyordu...
 

GÜÇLÜ HÜKÜMET GEREK


Ancak, o günlerde Abdullah Öcalan'ın kaderi konusunda çok önemli gelişmeler oluyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Hatay'dan yaptığı bir konuşmada Suriye'ye 'Ya Öcalan, ya Savaş' demiş, benzer bir mesajı Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Ekim 1998'de Meclis'in açılışında tekrarlamıştı. 9 Ekim 1998'de Çankaya'da 'Suriye zirvesi' toplanmıştı. Aynı gün Suriye, Öcalan'ı bir uçakla Rusya'ya sınır dışı etmişti...

Böylesi önemli bir gelişme güçlü hükümet gerektiriyordu. Ecevit ve Yılmaz, Baykal'a hükümete girme çağrısı yaptılar. Böylece hükümet, 2000 yılının sonuna kadar görevde kalabilecekti. Kamuoyu da bu formüle destek veriyordu. Ancak Baykal reddetti.

İKİNCİ KASET ANASOL-D'NİN SONU


10 Kasım 1998'de iki televizyon kında yayımlanan bir başka ses bandı, ANASOL-D'nin de sonunu getirecekti. Bantta konuşan, Türkbank ihalesine girip, altı yüz milyon dolara alan Korkmaz Yiğit'ti. Yiğit'in bantta, Türkbank'ın satışında Mesut Yılmaz'ın doğrudan rol oynadığını, ihaleleri yönlendirdiğini ve Yiğit'in bankayı almasını sağladığını iddia ediyordu. Üstelik bir önceki bandın ortaya çıkmasından hemen sonra Türkbank ihalesi incelemeye alınmış ve Yiğit'in bankası Bankekspres'in içinin boşaltıldığı anlaşılmıştı. Yiğit bu konuşmaları yaparken, CHP lideri Baykal hükümet hakkında gensoru imzalıyordu. Yılmaz, Yiğit'in kendisiyle ilgili iddiaları reddetti ve Yiğit aleyhine dava açtı, ancak bu hükümetin kaderini
değiştirmeyecekti...

Ecevit ise şaşkındı; bir yanda ortağı hakkındaki iddialar, diğer yanda iyice köşeye kıstırılan ve yakalanmasına ramak kalmış Öcalan... Ecevit, son olarak İtalya'ya geçen Öcalan'ın iadesi için yoğun baskının sürdüğü günlerde hükümet krizinin doğru olmadığını, iddiaların ciddi biçimde araştırılması gerektiğini ancak hükümete mal edilmem*si gerektiğini savunuyordu.
 

DSP AZINLIK HÜKÜMETİ


Ancak, Meclis'te ANASOL-D hakkında verilen üç gensorunun gündeme alınması kararlaştırıldı ve 25 Kasım 1998'de 55. hükümet düşürüldü. Ecevit ise hükümet kurmakla görevlendirildi. Ancak Ecevit, Fazilet Partisi dışındaki bütün seçenekleri denemesine, işçi ve işveren örgütlerinin deklarasyonla destek vermesine karşın görevi iade etmek zorunda kaldı. Top Demirel'deydi. Tüm liderlerle tek tek görüşen Cumhurbaşkanı, ortak eğilimin, liderler dışında tarafsız bir ismin başbakanlığında bir seçim hükümeti olduğunu gördü. Tarafsız isim ise Anasol-D'nin Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez olacaktı. Bu öneriye Çiller dışında tüm liderler onay verdi. Ancak, Çiller, Çankaya'nın operasyonu olarak gördüğü bu formülün, Erez'le DYP'yi hızlandırma projesi olarak görüyordu. Erez'in CHP'nin kesin desteğini aldığı gün, Çiller de Ecevit'i ziyaret etti ve hiç beklenmedik bir öneride bulundu: "Hükümeti siz kurun. Seçim koşuluyla, DSP azınlık hükümetini destekleyeceğiz." Çiller, Erez'dense Ecevit'in başbakanlığına razıydı. ANAP, öneri DYP'den de gelse başından beri Ecevit'in başbakanlığını destekliyordu. Yine destek verecekti. Bu durumda Yalım Erez'e görevi iade etmek düştü. Ecevit, 11 Ocak 1999'da 56. hükümeti kurdu. Ecevit, 20 yıl sonra Başbakanlık koltuğundaydı...

Ecevit, hükümet sorununun çözülmesine yönelik gayretleri, ANAP ve DYP'yi yakınlaştırarak güçlü hükümet modeli için gösterdiği çabalar, ılımlı Faziletlerin de hükümette yer alabileceğini açıklayarak, 28 Şubat'tan beri kutuplaşan siyaseti uzlaştırma çabasıyla kamuoyunda güven yaratmıştı.
 

ÖCALAN TÜRKİYE'DE


Öte yandan Ecevit, başbakanlık görevini devraldığında, Abdullah Öcalan, İtalya'da sığınma talebine yanıt bekliyordu. Ancak İtalya, Türkiye'nin ABD'yi de yanına alarak yaptığı uluslararası baskı sonucu Öcalan'ı daha fazla misafir edememiş ve bilinmeyen bir yöne doğru yola çıkarmıştı. Öcalan, Roma'dan sonra Yunanistan'a geçmiş, özel bir uçakla Korfu Adası'na geçmiş, oradan da Nairobi'ye uçmuştu. Öcalan'ı gönderecek ülke bulamayan Yunanistan, Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nde karar kılmıştı. Öcalan geçici olarak Nairobi'deki Yunan Elçiliği'nde misafir edilirken, Ankara ayrıntılı bir plan üzerinde çalışıyordu. Kamuoyunun dikkati ise Demirel ve Ecevit'in demeçleriyle bilinçli olarak başka yöne çevriliyordu. Plan başarıyla uygulanmış, 16 Şubat 1999'un ilk saatlerinde Öcalan Türkiye'ye getirilmişti...

Öcalan'ın yakalanmasını 'devletin ve milletin başarısı' olduğunu vurgulayan Ecevit, bu konuyu seçim malzemesi yapmayacaktı. Ancak, bu tavrı seçim sandığında artı puan olarak dönecekti...
 

18 NİSAN SEÇİMLERİNİN GALİBİ DSP


18 Nisan 1999 seçimlerinden DSP 21.71 oy oranı ve 136 milletvekili ile birinci parti olarak çıktı. Ancak seçimin asıl sürprizini MHP yaptı. Ülkücü görünümünü yumuşatan Bahçeli liderliğindeki MHP, Öcalan'ın yakalanmasıyla esen milliyetçi rüzgarları, oya tahvil eden parti olmuştu... Erbakan'ın gölgesindeki Fazilet Partisi'nin yıpranmış, merkez sağ partileri ANAP ve DYP hüsrana uğramış, CHP ise darbe dönemleri hariç ilk kez Meclis dışında kalmıştı... Bu karmaşık Meclis aritmetiğinden nasıl bir koalisyon çıkacağı sorusuna kilitlenmişti...
 

BU HANIMA HADDİNİ BİLDİRİNİZ


Seçim sonuçlarının şoku atlatılamadan, 2 Mayıs 1999 günü Meclis'teki milletvekili yemin töreni, tansiyonu iyice yükseltti... FP'nin iki kadın milletvekilinden biri olan Merve Kavakçı, Meclis salonuna türbanıyla gelmişti... Ortalık karıştı. Önce DSP milletvekilleri ayağa kalktı, Kavakçı'yı protesto ettiler ve 45 dakika boyunca Kavakçı'nın salon dışına çıkması için sıra kapaklarına vurdular. Ecevit, bu sırada kürsüye geldi ve "Türkiye'de hanımların giyim kuşamına, baş örtüsüne özel yaşamlarına hiç kimse karışmıyor. Ancak burası kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz."

Protestolar üzerine, oturuma ara verildi. Oturum yeniden başladığında Merve Kavakçı salonda yoktu. Kavakçı hakkında daha sonra fezleke hazırlandı, milletvekilliği iptal edildi ve bir daha Meclis'e gelemedi.
 

KOALİSYON ARAYIŞLARI


Ecevit 7 Mayıs 1999'da Demirel'den hükümet kurma görevini almış, 8 Mayıs'ta liderlerle ilk tur görüşmelere başlamıştı.

Kamuoyu dikkatle Ecevit-Bahçeli görüşmesinin sonucunu bekliyordu. İlk görüşme karşılıklı 'yoklama' havasında geçti. Ecevit, MHP'nin tam bir muamma olan yeni liderine MHP'nin 12 Eylül öncesi politikalarından duyduğu kaygıları dile getirdi. Bahçeli, pişmanlık yasasını hatırlatarak, kaygılarının karşılıklı olduğunu söyledi. Ecevit, 'kadrolaşma'dan çekincelerini ifade edip memurların merkezi sınavla alınmasını önerdi. Bahçeli kabul etti. Bahçeli, Ecevit'in türban konusunda Meclis'teki tavrını desteklediklerini ancak üniversitelerdeki türban sorunu konusunda tereddütlü olduklarını vurguladı. "MHP yeni bir sayfa açmak istiyor" dedi Bahçeli. Böylece ilk görüşmede, karşılıklı 'kaygı ve hassasiyetler' dile getirilmiş, ancak uzlaşılabilecek konular da belirginleşmişti... ANAP lideri Yılmaz'ın tavrı olumluydu; Ecevit'e her türlü desteği vereceklerdi. Çiller ise MHP ve ANAP'ın tavrını beklemeyi
yeğliyordu.
 

RAHŞAN ECEVİT'TEN MHP'YE SOĞUK DUŞ


Sıra ikinci turdaydı... Liderlerden ikinci tur için 17 Mayıs 1999'da randevular alınmıştı... Ancak, 15 Mayıs'ta Rahşan Ecevit'in gazetelere yansıyan demeci, siyaseti karıştırdı. Rahşan Hanım, "Zorunlu görünen DSP-MHP ortaklığından kuşku" duyuyordu. Rahşan Ecevit, "Çocukları, gençleri örgütlediler, baskı altına aldılar. Hatta silahlandırdılar. 'Ya bizden olacaksın ya canından' dediler. Yıllarca sayısız can yaktılar, canlar aldılar. Bunların acısını unutmak kolay mı? (...) Normal olarak bir siyasi parti, sosyal ve ekonomik açıdan topluma ferahlık getirmek amacıyla kurulur. Çalışmalarını ve görüş ayrılıklarını buna dayandırır. Ama, 'Biz Asena adlı kurttan üredik, Orta Asya'dan buralara geldik, bu ülkede egemenlik bizim hakkımızdır' iddiasıyla, üstelik de kaba kuvvetle siyaset yapmaya kalkışanlar, ne demokratik anlamda parti sayılabilir ne de milli birliği güçlendirebilirler. Hele bir de buna din istismarını katarlarsa, milli birliği, toplum huzurunu, laikliği ve demokrasiyi büsbütün zedelerler. (...) Üstelik, kaba kuvveti yalnız siyasal örgütlenme için değil, maddi çıkar için kullananlara da kucak açtılar. Mafyalarla, çetelerle kaynaştılar. (...) MHP'li bir hükümet ihtimali gündeme geldiğinden beri gerçi, bazı iyimser çevreler, bu partinin artık değiştiğini öne sürüyorlar. Böyle düşünenlere mi, yoksa bu partinin 'hayır, değişmedik' diyen liderine mi inım, bilemiyorum. Umarım ve temenni ederim ki, 'Biz değişmedik' diyen yetkililere rağmen, 'değişmiş' olsunlar. Yine umarım ki ve temenni ederim ki hayırlı bir hükümet ortaklığı kurulabilsin." diyordu.

MHP buz kesmişti...
 

KOALİSYONA ÖZÜR ŞARTI


Bahçeli, Rahşan Hanım'dan özür dilemesini istedi: "Soğuk savaş dönemi psikolojisini yansıtan bu tür beyanlar, Türk demokrasisinin gelişimine müzikilen çok ağır darbe olmuştur. Ortaya koyduğumuz siyaset yaklaşımı sabote edilmektedir. Bu durumda başta hükümetin kuruluşu olmak üzere, uzlaşma sürecinin sağlıklı gelişebilmesinin Demokratik Sol parti'nin milliyetçi-ülkücü camiadan özür dilemesine bağlı olduğu açıktır."

Yanıt Bülent Ecevit'ten geldi: "Eşim Rahşan Ecevit, genel başkan yardımcısı sıfatıyla kendisine düşen bir görevi yerine getirdi. Bizim örgütümüzde, milletvekillerimizin arasında ciddi kaygılar var. Ama hepsi de gerekirse MHP ile koalisyon kurulabileceğini kabul ediyorlar. Yani hükümetin kurulması konusunda ortada bizden kaynaklanan herhangi bir sorun söz konusu olmayacaktır. (...) Eşim adına, yardımcım adına ben özür dileyemem. Rahşan Hanımın da böyle bir gereksinim duyacağını sanmıyorum. Rahşan Ecevit, partinin her kesiminden gelen ve kamuoyunda da bazı kesimlerden gelen birtakım kaygıları, yalnız geçmişle ilgili değil, geçmişten bugüne yansımaları bulunan bazı kaygıları dile getirmiştir. Bunları da tabii MHP'nin değerli yöneticileri haksız bulabilirler, ama demokrasi açıklık rejimidir."

MHP, 17 Mayıs'taki randevuyu iptal etti, hükümet kuruluşu için başlatılan çalışmaları askıya aldı. DSP'nin özür dilemesinde ısrarlıydı. Ancak bekledikleri özür dilenmedi...
 

DEMİREL DEVREDE


Ecevit, MHP ile iplerin kopması üzerine, DSP-ANAP-DYP modeli için yoklamalar yapmaya başladı. Ancak, Yılmaz bu modele soğuktu. Demirel de öyle... Her ikisi de MHP ile DSP arasındaki buzların erimesi için çaba göstermeyi tercih ettiler. Ecevit de "MHP kapıyı açarsa görüşmelere devam ederiz, DSP açısından bir sorun yok" diyerek ortamı yumuşattı. Bahçeli, Demirel'le yaptığı görüşmeden sonra, iki gün süren iç değerlendirme yaptı. 22 Mayıs'ta da DSP-MHP-ANAP modeline 'evet' dedi. Ecevit'in başbakanlığındaki 57. Hükümet 28 Mayıs'ta Demirel'in onayını aldı.
 

V. BÖLÜM

HASTA YATAĞINDA


'Uzlaşı ve atılım hükümeti' olarak adlandırılan 57. hükümet, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 27 aylık ömrüyle en uzun ömürlü koalisyon hükümeti olan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin unvanını elinden aldı. 2 deprem ve 2 ekonomik krizle yüzleşti. Ecevit ise koalisyonun 'sayılan büyüğü' konumunu sonuna kadar korudu.

Ecevit, siyasi kariyerini ve ömrünü, hem başarı, hem kaos öyküsü olan 57. Hükümet'in başbakanı olarak tamamladı. Genç ve idealist bir gazeteci olarak başladığı siyasi yaşamında, 'Milli şef'e başkaldırarak yükselmiş, 70'li yıllarda kitlelerin umudu Karaoğlan, Kıbrıs fatihi olmuştu. 80'li yıllarda siyasetten yasaklanmış, yılmamış 90'lı yıllarda 60'ından sonra tırnaklarıyla kazıyarak yeniden siyasete dönmüştü. Ve 21. yüzyılın başlangıcında Türkiye'deki dönüşümlerin altına imza attı. O, partisinde zaman zaman diktatörlükle suçlanan 'tek adam' oldu. Demirel'inden MHP'sine bir zamanlar kanlı bıçaklı olduklarıyla 'uzlaşma kültürü'nü yeşertti. Ecevit, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderinde 48 yıl boyunca rol oynadı. Siyasete girerken yaşıt olduklarının torunları da onu Başbakan olarak tanıdı. Ancak, hasta yatağından ülkeyi yönetme konusundaki ısrarı, son yıllarda yeniden yakaladığı saygınlığından çok şey yitirmesine neden oldu.
 

GÖZÜMÜ DOLABA ÇARPTIM


Bülent Ecevit, partisinin birinci olduğu 18 Nisan 1999 seçimlerinde 74 yaşındaydı. 36 yaşında bakan olan, CHP Genel Başkanlığını 47'sinde İsmet İnönü'den devralan genç adam yaşlanmıştı. 80'li yıllardan bu yana sağlık sorunları vardı.

Ecevit çifti, 21 Kasım 1996'da ani bir kararla yurtdışına çıkmıştı. Basın, bu konudaki haberlere ne kadar ihtiyatlı yaklaşsa da "Ecevit, sağlık sorunları nedeniyle Danimarka'ya gitti" haberleri alıp başını yürümüştü. Ancak, gezi üzerindeki lik merak duygularını daha da körüklüyordu. Ecevit, spekülasyonlara "Allah'a şükür hiçbir sağlık sorunumuz yok. Gezimiz tamamen özel bir gezi. Bizim bu yıl Rahşan'la evliliğimizin 50. yılı. Bu yıl hiç tatil yapamadık. Evlilik yıldönümümüz yaz
aylarındaydı. Herkes iki ay tatil yaparken biz Meclis'te nöbet tuttuk. O zaman Rahşan'a 50. evlilik yıldönümümüz için bir haftalık balayı sözü vermiştim. Şimdi balayındayız" diye yanıt verecekti.

Geziden döndüğünde ise gözündeki kızarıklık dikkat çekiyordu ancak Ecevit, "Danimarka'da yanlışlıkla dolap kapısına çarptım. Herhangi bir operasyon geçirmedim" diyordu.

Kimse ikna olmamıştı...
 

29 EYLÜL'DE ZAFER BAYRAMI'NI KUTLADI


18 Nisan'dan sonra hükümeti kuran Ecevit'in sağlığına ilişkin dedikodular artık iyiden iyiye artmaya başladı. 29 Eylül 1999'da Başbakan Ecevit, ABD seyahatine çıkacaktı. Ankara Esenboğa'daki basın toplantısında, "30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yurtdışında olacağını" söyledi. Salondakiler şok olmuştu... Ancak Ecevit devam ediyordu; "TSK ve aziz milletimizin Zafer Bayramı'nı şimdiden kutluyorum."
 

KONUK BAKAN ŞOKTA


İsmet Solak Ecevit'in sağlığıyla ilgili bir köşe yazısında kedisine anlatılan bir olayı şöyle aktarıyordu:

"ABD Savunma bakanı ile görüşmesinde, 'İstanbul'a gidecek misiniz?' diye soruyor. Konuk bakan ise, 'İstanbul'a gitmiyorum' diyor. Bir süre sonra, 'Buradan İstanbul'a mı geçeceksiniz?' diye yeniden soruyor. Konuk bakan, gitmeyeceğini yineliyor. Görüşmenin sonunda bir kez daha soruyor. Adam çok şaşırıyor. Çevresine şöyle bir bakıyor ve susuyor."

Yazının çıktığı gün DSP kulisinde herkes gergin ve sinirliydi. Yazılanların doğru olmadığını savunuyorlardı.
 

ŞAYİALARA GÖRE ÖLDÜM


Ecevit, ABD'de olduğu sırada da hep bu yönde sorularla karşılaşıyordu. Sitemkardı: "Görüyorsunuz halimi. Daha ne söyleyeyim,
siz koyun teşhisi!"

2000 yılı Nisan ayında ise, Hindistan gezisi dönüşünde, resmi açıklamalara göre ağır bir gribal enfeksiyon geçirdi ve beş gün boyunca Or-an'daki evinde dinlendi. Bu süre içinde fısıltı gazeteleri öldüğüne ilişkin haberler geçiyordu. Beşinci gün, kameraların karşısına geçti ve gripten ötürü halsiz düştüğünü söyledi.

Ama tartışmalar bitmiyordu...

2001 yılı başında bu kez doktoru Arif Abacı çıktı televizyon ekranlarına. Ecevit'in sağlık durumunun normal olduğunu ortaya koyan raporları isteyenlere göstereceğini söyledi. Ancak, bu raporlar hiç ortaya çıkmadı.

2 Temmuz 2001'de, Başkent Hastanesi'nde uzun süren bir doktor kontrolünden geçti. Çıkışta, 'kontrole geldim' diyordu. Kulağıyla ilgili bir sorun olduğu, kulaklığının yenilendiği açıklandı. Ecevit, hastane çıkışında merdivenlere oturarak habercilere poz verdi.

5 Temmuz 2001 sabahı ise Başbakan Bülent Ecevit'in öldüğü haberleri kulaktan kulağa tüm ülkeye yayılmıştı. Birkaç saat geçmiş ancak Ecevit ortalarda görünmemişti. Borsa'da endeks hızla düşüyordu. Saat 15:00 dolaylarında bir TV kının canlı yayınına katıldı, ekonominin gidişiyle ilgili bilgi verdi. 'Ben yaşıyorum' mesajı veren Ecevit, sağlığıyla ilgili bir soruya ise "Onları sizler daha iyi bilirsiniz. Öğrenin bana da bildirin" karşılığını verdi.

Ecevit, gazeteci Sedat Ergin'in "Nasılsınız, iyi misiniz?" sorusuna sitemle yanıt veriyordu: "İyiyim işte... Şayialara göre ölmüş haldeyim ama..."

Ecevit'e göre spekülasyonları basın ve borsa çevreleri körüklüyordu. 8 Temmuz 2001'de Ecevit, gazeteci Fikret Bila'ya şunları söylüyordu:
 

CANLI YAYIN DEĞİL BANT


"Borsayı alt-üst ettiler. Öldüğüm yolunda haberler çıkarttılar. Ben televizyona çıkıp ölmediğimi söylüyorum. Ama ona rağmen spekülasyonlarını sürdürüyorlar. Bunu o kadar ileri götürdüler ki, televizyondaki konuşmamın banttan verildiğini bile söylediler. Canlı olarak katıldığım televizyon programının bant kaydı olduğu söylentisini yayarak, yine borsayla oynamış oldular.

Tabii bu, ülkeye çok büyük zarar veriyor. Bu spekülasyonlara son verilmesi lazım.

Her gün basında konuşuyorum. Kameraların karşısında soruları yanıtlıyorum. Buna rağmen sağlığımla ilgili spekülasyon yapılmasını anlayamıyorum."
 

ANİDEN GELEN GENÇLİK


2001 sonbaharında, Başbakan'ın sağlığına ilişkin konular daha yüksek sesle konuşulur olmuştu. Bir yanda Türkiye'nin de taraf olduğu Afganistan'daki savaş, diğer yanda ekonomik kriz... Basında Ecevit'in jübilesini yapması gerektiğine ilişkin yazılar yayınlanmaya başlamıştı. Kimileri açıktan 'artık veliahdını ilan etsin' diyordu.

2002'nin ilk günlerinde çıkacağı ABD gezisi öncesinde Ecevit'in sağlığında gözle görülür bir iyiye gidiş vardı. Siyasi kulislerde, artık Ecevit'in hastalığından çok performansı konuşuluyor, 'sır'rı merak ediliyordu. Ecevit'teki gençleşme o kadar barizdi ki, genç kalmanın pek çok sırrı arasında Ecevit'li formüller de sayılmaya başlandı. Rahşan Hanım, Ecevit'in gençleşmesinin sırrını soran gazetecilere, "Bilemiyorum, Allah'ın işi..." demişti. Ancak, gerçek bir süre sonra anlaşıldı: Başbakan'ın sağlığındaki çarpıcı iyileşme, nörolojik tedavisinin sonucuydu.
 

ÖZEL ZEVK ALIYORLAR


Haberlere göre, sinir uçlarıyla kasların birleştiği noktalarda irtibat zayıflığı olarak tarif edilen 'myastenia' (miyasteni/ adale zayıflaması) hastalığı teşhisi konulan Ecevit'e üç ay süreyle başarılı bir tedavi uygulanmıştı.

Ecevit bu haberlere sert tepki gösterdi. 28 Şubat 2002'de partisinin grup toplantısında, "Yıllardan beri bazı çevreler beni ölümün eşiğinde göstermekten özel bir zevk alıyorlar. Bunu Allah'a bıraksalar iyi olur. Sağlığım çok şükür yerinde. Hakkımda bu yalanları çıkaranlara da sağlık ve esenlik diliyorum" diyordu.
 

YENİDEN HASTANEDE


Ecevit'in ikinci baharı, 4 Mayıs 2002 cumartesi günü, uzun bir süre için yeniden kesintiye uğrayacaktı. 4 Mayıs'ta partisinin grup toplantısına katılması beklenen Ecevit ortalarda yoktu. Toplantıya katılan Rahşan Ecevit, partilileri sakinleştirdi:
Belinden rahatsız, bugün evde istirahat edecek...

Ancak, toplantı başladıktan yaklaşık bir saat sonra Rahşan Hanım, gizemli bir telefon alacak ve apar topar Or-an'daki evlerine gidecekti. Ecevitler, naklen yayın araçlarının kuşatması altında saat 13:00'te Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne gittiler. Ankara tedirgindi. Doktoru Prof. Turgut Zileli, patolojik bir bulguya rastlanmadığını ancak Ecevit'in bir kaç gün daha hastanede kalabileceğini söyledi. Başbakanlıktan yapılan açıklamada ise Ecevit'in gribal enfeksiyon geçirdiği ve hastanede kapsamlı bir chek-up'tan geçeceği duyuruluyordu. Haberi duyan DSP'liler hastaneye akın etti. Dedikodulara göre ise Ecevit, o gün The Marmara Oteli'nin basılması ve otel müşterilerinin rehin alınmasına çok üzülmüş, bu nedenle de yatağa düşmüştü.
 

PROTOKOLE SADIĞIZ


Ecevit cephesinde bu gelişmeler olurken, siyasi kulislerde de hükümet senaryoları konuşuluyordu. Ecevit'in çekileceğine olan inanç ise hepsinin ortak noktasıydı. Bahçeli ve Yılmaz ise "protokole, noktasından virgülüne sadığız" diyorlardı.

Cumhurbaşkanı Sezer, 8 Mayıs'ta Ecevit'i ziyaret etti. 33 dakika sonra ayrılırken, "Başbakan çok iyi. Haftalık olağan görüşmemizi yaptık" dedi.
 

ÇEKİLMİYORUM


Ecevit, kendisini ziyarete gelen TBMM Başkanı Ömer İzgi aracılığıyla kamuyona çekilmeyeceğini açıklıyordu: "Ülke ekonomisinin düzelmeye başladığı şu sırada çekilmem her şeyin heba olmasına neden olur. Koalisyon başka bir başbakan çıkaramaz ve hükümet görevi bırakmak zorunda kalır. Yeni hükümet kurulması 3-4 ay alır, başta ekonomik olmak üzere tüm alanlarda kaybımız büyük olur.

Ecevit, aynı görüşmede kendisinden sonra gelecek bir veliaht düşünmediğini de vurguluyor ve "Böyle bir olasılık üzerinde durmuyorum. Bu konuda bir isim ortaya atmak büyük hata olur, ortalığı karıştırır" diye konuşuyordu.

Ecevit tam bir hafta sonra Or-an'daki evinde kameraların karşısına geçiyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın ziyareti nedeniyle basına kapılarını açan Ecevit'in solgunluğu, oturmakta zorlanması dikkatlerden kaçmıyordu.

'Ecevit'in sağlığını politika malzemesi yapmayız' diyen muhalefet, Mayıs ortalarına gelindiğinde Ecevit'in çekilmesi için baskı yapmaya başlamıştı. Artık açıktan açığa 'Ecevit'in zihinsel olarak da yetersiz olduğu' dillendiriliyordu.
 

TELEFONDA TEŞHİS


14 Mayıs'ta Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin'e telefonda röportaj veren Ecevit'in günlerdir kamuoyundan gizlenen bir sırrı ortaya dökülüyordu. Doktorları, Ecevit'i hastaneden ayrıldıktan sonra hiç görmemişlerdi. Ecevit, sıkıntılarını doktorlarına sadece telefonla aktarıyor, doktorları telefonla teşhis koyuyorlardı. Herkes şok olmuştu...

Tepkiler üzerine Sedat Ergin 15 Mayıs'ta yeniden Ecevit'le görüşmek istedi. Ecevit kabul etti. Bu kez evinde yüzyüze görüşeceklerdi. Bu görüşme, tepkileri ve tartışmaları iyice ayyuka çıkaran yeni bir bilginin daha ortaya çıkmasına neden olmuştu. Ecevit, hastaneden çıktıktan bir gün sonra evinde dengesini yitirmiş ve sırtını masaya çarpmıştı. Ağrısı sürüyordu.
Ve tüm bunlara karşın doktorları onu görmemişti. Tepkiler, 'bizi çağırmadı' diyen doktorlarına olduğu kadar Rahşan Hanım'aydı da artık.
 

VELİAHT TANIMINI HERKES KENDİ ÜZERİNE ALDI


17 Mayıs'ta Hürriyet gazetesinde Sedat Ergin'le yaptığı görüşmenin ikinci bölümü yayınlandı. Ecevit, veliaht için ilginç mesajlar veriyordu: "Maalesef arkadaşlarımızdan çoğu kendilerini yeterince tanıtamadılar. Bunlara fırsat vermemiz gerekir ve sonunda partililerimiz ve seçmenimiz sağlıklı bir seçim yaparlar."
Mesajı herkes kendince yorumladı. DSP hareketlendi. Daha önce kamuoyunun tanımadığı pek çok DSP'li ekranlarda görünmeye başladı.

Aynı gün, Ecevit'in ilk hastaneye kaldırılmasından tam 14 gün sonra, Prof. Mehmet Haberal ile Prof. Turgut Zileli sabah aniden Or-an'daki evine giderek, Ecevit'i hastaneye götürdü. Doktorlar, "Madem o çağırmıyor, siz niye gitmiyorsunuz" eleştirileri karşısında daha fazla pasif kalmayı göze alamamışlardı.

Muayenesinde sol dokuzuncu kaburgada travmatik kırık ve yumuşak doku zedelenmesi, sol bacakta da başlangıç safhasında
tromboflebit (siyah damarların iltihaplanması) saptandı. Ecevit, 12 gün kırık kaburgayla yaşamıştı; bir hafta daha hastanede kalacaktı...
 

RAHŞAN'A YÖNELİK İTHAMLAR AKIL DIŞI


Ecevit, ertesi günü gazetelerde çıkan yorumlara sert tepki gösterdi. Hastane odasından yaptığı yazılı açıklamada, "Rahşan Ecevit'e yöneltilen ithamlar son derece çirkmüzik. Yaşamı süresince bana her türlü desteği veren, yardımı yapan eşim ve yardımcım Rahşan Ecevit'e benim sağlık durumumla ilgili yöneltilen ithamlar akıl dışıdır" dedi. Ecevit, doktorlara görünmem*sinin nedenini ise "Yeniden hastaneye başvurmam durumunda ekonomiye zarar verecek senaryolar üretilebileceğini düşünmemdir. Nitekim öyle olmuştur" diye açıklıyordu. Bu açıklamanın ardından da hastane penceresinden partilileri selamlıyordu.
 

HASTAYIM AMA GİDEMEM


Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 21 Mayıs'ta liderler zirvesi toplandı. Böyle bir şey, siyaset tarihinde ilk kez oluyordu. Toplantıya Ecevit başkanlık ediyordu. Yaklaşık iki saat süren toplantıdan sonra "Hükümet uyum içinde, erken seçim yok" açıklaması yapıldı.
27 Mayıs'ta taburcu olan Ecevit, Or-an'daki evine çekilmeden önce hastanede yaptığı açıklamada, "Ben iyiyim" dedi. Ertesi günü 57. Hükümet'in kuruluş yıldönümüydü...

Üçüncü yılını dolduran hükümet adına Ecevit çıktı kameraların karşısına. Hükümetin üç yıllık icraatını, tane tane okudu elindeki kağıtlardan. Bitkin görünüyordu. Ayakları şişmişti. Metni okumayı bitirince gazeteciler sordu, "çekilecek misiniz?.." Ecevit, ilk kez kamuoyu önünde hasta olduğunu kabul etti. "Nöroloji ile ilgili konular çok hassas. Her konuyu, her işi yapamayabilirim" dedi. Ancak "Emekliliğimin bedeli Türkiye için ağır olur" diyerek görevi bırakmayacağını belirtti.
Ecevit, 30 Ağustos'ta toplanan Milli Güvenlik Kurulu'na da katılamayınca 'çekil' baskısı artmaya başladı. Ecevit, 1 Haziran'da basın danışmanı aracılığıyla "Görevimin başındayım, çekilmeyeceğim" açıklaması yaptı. Bahçeli, ortağına destek vermekte gecikmedi, "sonuna kadar yanındayız."
 

AB ZİRVESİ


Ecevit'in, Cumhurbaşkanı Sezer'in çağrısıyla 7 Haziran'da toplanacak olan AB zirvesine katılacağı açıklandı. Sezer, ertesi günü gazetecilerin sorularını yanıtlarken Ecevit'in gelemem*si durumunda parti tüzüğünün yetkili kıldığı bir ismi çağıracağını söyledi. 7 Haziran'da zirve için soluklar tutulmuştu. Sabah saatlerinde Ecevit'in katılamayacağı ortaya çıktı. DYP lideri Çiller ise günlerdir, 'Ecevit gelmezse zirve kadük olur' yollu açıklamalarına uygun davrandı ve zirveye gitmedi.
9 Haziran Pazar günü gazeteciler Or-an'daki evin bahçesine davet edildi. Ecevit, basın toplantısı düzenleyecekti. Ecevit, ilk kez kamuoyunun önüne kravatsız çıkıyordu. Pazar sabahına uygun spor bir gömlek giymiş olan Ecevit, Türkiye-Kosta Rika maçından yarım saat önce başlattı toplantıyı. Maçın başlamasına birkaç dakika kala da bitirdi. Son günlerdeki idam tartışmalarına ilişkin yorumlarını aktarmıştı Ecevit. Mesajı netti: AB sorunu Meclis'te biter. Toplantı sız atlatıldı.
 

KABİNE'DE ERKEN SEÇİM TARTIŞILIYOR


Son olarak 29 Nisan'da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı, 10 Haziran'da Ecevit'in Bahçeli'ye ricasıyla toplandı. Toplantıya Bahçeli başkanlık etti. Ecevit'in koltuğu boş tutulmuştu. Toplantıda konuşulanların ortaya çıkması çok sürmedi. Haberlere göre, Merkez Bankası Başkanı'na "erken seçimin, ekonomiyi etkileyip etkilemeyeceği" sorulmuştu, Serdengeçti 'etkiler' demişti.
 

İMZADAKİ DEĞİŞİKLİK


13 Haziran'da Hürriyet gazetesinin bir haberi Ecevit'in sağlığıyla ilgili kaygılara bir yenisini ekliyordu. Hürriyet, Başbakan'ın eski ve yeni imzalarını grafoloji uzmanlarına inceletmiş, uzmanlar, Ecevit'in rahatsızlıktan önceki imzalarında bulunan oval ve kararlı çizgilerin, rahatsızlanmasından sonra yerini, keskin ve açılı çizgilere bıraktığını söylemişlerdi. Uzmanlara göre Ecevit'in imzasındaki belirgin değişiklik, nöroloji hastalarına özgüydü ve Ecevit'in hareketlerindeki kontrol yeteneğinin azalmasından kaynaklanıyordu.
 

ENİŞTE BURADAYIZ İŞTE


15 Haziran'da Rahşan Ecevit'in memleketi olan Şebinkarahisar'dan 3 bin 500 kişi Ankara'ya Ecevit'e geçmiş olsun ziyaretine geldi. 40 otobüs ve 25 midibüsle gelen kalabalık, Or-an'ı adeta miting alanına çevirdi. Rahşan Ecevit, "Bugün sessiz çoğunluğun sesi olarak buradayız" diyen hemşehrilerine otobüsün üzerinden seslendi. Şebinkarahisarlılar, "Enişte buradayız işte" pankartıyla, Ecevit hakkındaki spekülasyonlara yanıt vermek istemişlerdi.
 

EKONOMİ SİYASETTEN NEM KAPIYOR


Ecevit, işlerin başında olduğunu kanıtlamak için Or-an'daki evinde ekonomi ve dış siyaset toplantıları düzenledi. 17 Haziran'da Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve ilgili bürokratlar, 18 Haziran'da da Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve ekibi Oran Şehri'ndeki çalışma ofisinde Ecevit başkanlığında toplandı.

Aynı gün bir televizyon kına canlı yayın konuğu olan Ecevit, piyasaların siyasetten etkilenmesine itiraz ediyor "ekonomi, siyasetten çok çabuk nem kapıyor" sözleriyle adeta sitem ediyordu. Ecevit'in asıl mesajı ise 'çok yakında döneceğim'di. DSP grubu en son 25 Nisan'da toplanmıştı. İki ay sonra, 20 Haziran'da yapılacak toplantıya Ecevit'in 'büyük olasılıkla' katılacağı duyuruldu. Ecevit, aynı gün DYP lideri Çiller'le de görüşecekti. Ancak, Ecevit'in doktorları bir kez daha toplantıya katılmasına itiraz edecekti.
 

ECEVİT'E GENSORU


Ecevit, basın mensuplarına el yazısıyla kaleme aldığı bir mesaj göndermişti: "Hekimler bugünkü temaslarımı gerçekleştirmemi uygun bulmadılar" diyordu.
Bir süredir yüksek sesle Ecevit'in çekilmesini isteyen muhalefet yeni bir adım atacaktı. Saadet Partisi, "Ülke yönetiminde aciz kaldığı, ekonomide krize yol açtığı" iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasını istiyordu.

21 Haziran'da Ecevit'in omurgasında yeni kırıklar olduğu iddia edildi. Ecevit, iddiaları yalanladı.

55 GÜN SONRA KÖŞK'TE


Ecevit doktorlarının tüm uyarılarına karşın 27 Haziran'da yoğun bir gün geçirecekti. Önce Köşk'e çıkıp Sezer'le yarım saat görüşecek ardından partisinin grup toplantısına katılacaktı. Toplantıda, Hüsamettin Özkan yoktu.

Salon, Ecevit için özel olarak yeniden düzenlenmiş, basamak çıkamayacağı düşünülerek, zemine portatif bir kürsü kurulmuştu. Ecevit, bu toplantıda alttan alta yürüyen erken seçim tartışmasının, Bakanlar Kurulu'nda açıktan dillendirmesine tepkisini dile getirecekti. Bu tartışmalara tepki duyan Ecevit'in çaresizliği, ağzından dökülen şu sözlerde somutlaşmıştı: Ben erken seçim istemiyorum ama ufukta seçim göründü. Ecevit, tam bir saat sonra "Yanlış anlaşıldım. Erken seçime karşıyım. Nisan 2004'ten önce seçim söz konusu değil" diyerek sözlerini düzeltmek isteyecekti ama ok yaydan çıkmıştı artık. Yoğun bir gün geçiren Ecevit, ertesi günkü MGK toplantısına katılamayacaktı ama iki gün sonrası için ortaklarını zirveye davet edecekti.
 

RAHŞAN ECEVİT, ÖZKAN'A TAVIR ALIYOR


28 Haziran'da ikinci kez Ecevit'siz toplanan MGK'dan sonra kulislere yayılan haberler, DSP'deki büyük kopuşun ayak sesleriydi. Toplantıdan sonra Hüsamettin Özkan, Ecevit'i aramamış, toplantıya ilişkin bilgi vermemişti.Ecevit, olan biteni MGK Genel Sekreterliği'nin hafta içinde kendisine sunacağı rapordan öğrenecekti.

Sonradan anlaşılacaktı ki, Rahşan Ecevit ve yeni gözdeleri, Özkan'a "Ecevit'i hastalığı süresince savunmadığı" gerekçesiyle tavır alıyordu. Özkan'a yakın DSP'li bir bakan, "Başbakan arayıp sormayınca Özkan ne yapsın? Eve telefon açtığında karşısında Rahşan Ecevit'i bulma ihtimali yüksek. Rahşan Ecevit'in olumsuz tavrıyla karşılaşabilirdi. O zaman daha kötü olurdu"
diyecekti.

Bu tavrın altında yatan en önemli neden bir kaç gün sonra gazete sayfalarına da yansıyordu. MGK toplantısından sonra üç Başbakan Yardımcısı, "Başbakan gelemeyecek durumda olsa bile, bundan sonra Bakanlar Kurulu da, Yüksek Planlama Kurulu da zamanında yapılacak..." kararı almıştı.

Karar, DSP'de, Genel Merkez ile Hüsamettin Özkan arasındaki savaşın da bir yansıması olarak değerlendiriliyordu. Başka deyişle, Genel Merkez'in Özkan'ı dışlayıcı tutumuna karşı bir duruş.
 

ECEVİT GİT DERSE GİDERİM...


Karar, Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in şimşeklerini üzerine yağdırdığı Hüsamettin Özkan'ı Başbakanlık'ta yeniden aktif hale getirecek, AB yasaları konusunda devre dışı kalan Özkan'ın tekrar ‘kriz çözen, hükümette uyumu sağlayan’ pozisyonu nmasına neden olacaktı.

Aynı gün kulislere, hükümetin DSP kanadında kabine değişikliği olacağı haberleri yayıldı. Haber merkezlerine önce, "Özkan pazartesi günü Ecevit'ten izin isteyip liderler zirvesine katılmayacak" haberi geldi, hemen ardından "Ecevit, Özkan'ı görevden alıyor" haberi... İddialara göre, Özkan'ın yerine, Rahşan Ecevit'e yakın isimlerden Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, Genel Başkan Yardımcıları Tayfun İçli veya Zeki Sezer'den biri gelecekti...

Özkan ise soğukkanlı görünüyor ve söylentilere şu şekilde yanıt veriyordu: Başbakan git derse giderim, gel derse gelirim, saygıda kusur etmem.
 

HÜKÜMET 2004'E KADAR İŞBAŞINDA


1 Temmuz'da Özkan'sız toplanan Bakanlar Kurulu'ndan sonra Ecevit, ortaklarını da yanına alarak, "Nisan 2004'e kadar görevdeyiz" mesajı veriyordu. Aynı toplantıda Ecevit, Ab konusunda kamuoyu önünde söz düellosuna girişen ortaklarını uyarmış ve ‘uzlaşın’ çağrısı yapmıştı. 3 gün sonra ekonomi kurmaylarını da yanlarına alan hükümet ortakları, 4 saat süren bir toplantı yapacak ve kamuoyuna 'her şey yolunda' mesajı vereceklerdi. Ancak, toplantının perde arkası bir kaç gün sonra açığa çıktığında, hem DSP'nin hem de 57. Koalisyon Hükümeti'nin kaderi geri dönülmez bir rotaya girecekti.

Öte yandan, hükümet 'yıkılmadık, ayaktayız' mesajı verse de sivil muhalefet sesini yükseltmeye başlamıştı. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, Mayıs'tan bu yana Türkiye'nin 5 yıl geriye gittiğini vurgulayarak "çözüm üreten siyaset" istediklerini söylemişti.
 

YILMAZ'DAN TEKZİP GİBİ AÇIKLAMA


Üstelik aynı günlerde kameraların karşısına çıkan DSP Grup Başkan vekili Emrehan Halıcı, Ecevitler'e yönelik kampanya karşısında Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan dahil bazı üst düzey yöneticilerin sessiz kalmasının kendilerini endişe, kuşku, kaygı ve soru işaretlerine sevk ettiğini söyledi. Halıcı, "Kimse heveslenmesin, Sayın Ecevit çekilmeyecektir" diyerek görünürde durulmuş suları yeniden bulandırıyordu.

Koalisyon ortaklarının 'işbaşındayız' sözlerine adeta bir tekzip de Yılmaz'dan geliyordu. Yılmaz, Ecevit'in kısa zamanda tekrar görevine aktif olarak başlayacağı konusunda kamuoyunu rahatlatacak açıklamanın, bir sağlık heyeti tarafından yapılması
gerektiğini söylemişti.
 

YENİ BİR SİYASİ SENARYO YENİ BİR DEPREM


MHP lideri ve hükümet ortağı Devlet Bahçeli, ortaklarıyla birlikte yaptığı "Nisan 2004'e kadar işbaşındayız" açıklamasından bir kaç gün sonra, 7 Temmuz'da Bursa’da "siyasi belirsizlik sorununun çözümü için 3 Kasım'da erken seçim" yapılmasını önerdi.

Bahçeli'nin şaşkınlık uyandıran önerisinin kaynağı kısa sürede açığa çıkacaktı. Bahçeli'nin çıkışı, 4 Temmuz'daki toplantıya dayanıyordu. Bahçeli, ekonominin patronu Kemal Derviş'in, toplantının liği konusundaki ısrarına rağmen, kamuoyuna bilgi sızdırdığını ima ediyor, Derviş'e şuçlamalarını şöyle sürdürüyordu:

"Başta sayın Derviş omak üzere, ekonominin teknik yönden herhangi bir eksikliğinin bulunmadığı, son günlerdeki faiz ve döviz kurlarındaki yükselmenin, siyasi belirsizlikten kaynaklandığı ve bu siyasi belirsizliğin ve olumsuz güven ortamının temel kaynağının ise sayın Başbakan'ın sağlık meselesi olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye-AB ilişkilerindeki, uyum yasalarının gecikmiş olmasını da eklemiştir.

Sayın Derviş Bey'e yönelttiğim soru şudur; O zaman soruyorum, bu siyasi belirsizliği giderebilmek için bir öneriniz var mı?

Sayın Derviş'in buna verdiği cevap, "Yeni bir siyasi senaryo"dur. O zaman bu siyasi senaryo ne olacak? Bu konuda bir açıklama yok. Ama gazetelerde, farklı farklı yeni siyasi senaryonun ne olacağına dair de bazı köşe yazarlarımız, bazı dış basın, bazı değerlendirme gruplarının raporları bunun işaretlerini veriyor.

Ecevit'siz ve MHP'siz bir yeni siyasi oluşum. Yeni siyasi iktidar yolu. Bunu kim yapacak, nasıl yapacak? Bunları açıklayan yok."

Daha sonra Ecevit'in de "DSP'ye karşı kundaklama eylemine girişildi" diye ısrarla vurgulayacağı düşüncenin temeli, Bahçeli'nin bu yorumuna dayanıyordu.
 

ÖZKAN YALNIZ GİTMİYOR


Bahçeli'nin "hükümeti devirmek için bir senaryo" yazıldığı yönündeki sözlerinin artçı şoku, DSP'de taşları yerinden oynatacaktı. Ertesi gün, Ecevit'in sağ kolu, prensi Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, hem hükümetteki görevinden hem de partisinden istifa edecekti.

Özkan yazılı bir açıklama yaparak "Görüşmemizde Sayın Başbakan'ın benim çalışmalarıma artık gereksinimi olmadığı ortaya çıktığından DSP'den ve bakanlık görevinden istifa ediyorum.

Bugüne kadar Sayın Ecevit ile geldim, onunla giderim dedim. Bugün bu sözümü de tutuyorum. Hatta onun isteği üzerine ondan önce gidiyorum. 11 yıl sonra Sayın Başbakan'dan siyasette duygusallığa yer olmadığını öğrendim" diyordu.

Özkan'ın gidişinin hemen ardından Kültür Bakanı İstemihan Talay ile Recep Önal, Meclis Başkanvekili Ali Ilıksoy ve bazı milletvekilleri de istifaya başladı. İstifalar kısa sürede çığ gibi büyüdü, ufukta yeni parti görünmüştü.

Yararlanılan Kaynaklar:

1) CHP (1919-1999)/ HİKMET BİLA/ Doğan Kitap/ Ekim 1999
2) Phoneix- Ecevit'in Yeniden Doğuşu/ FİKRET BİLA/Doğan Kitap/ Mart 2001
3) Bir Karaoğlan Hikayesi-Bülent Ecevit/ SÜLEYMAN KURT/Birey Yayıncılık/ Mayıs 2002
4) Ecevit ile CHP- Bir Aşk Nefret Öyküsü/DOĞAN KOLOĞLU/Büke Yayıncılık/ Haziran 2000
5) Hürriyet arşivi
 

gizlilik politikası